Kocası Abdullah çıktığı ticaret yolculuğundan dönmeden ölüm haberi gelmişti. Amine hamileydi ve bu haber onu çok sarsmıştı. Kayınpederinin desteğiyle kendini toparlamaya çalışmış ve kendisini tamamen karnında taşıdığı minik yavruya adamaya karar vermişti. Fakat her ne hikmetse onda, diğer hamile kadınlarda görülen hamilelik halleri görülmüyor, onu ilk defa gören bir kimse onun hamile olduğunu anlamıyordu bile.
Sevgili kayınpederi sürekli evini ziyaret ediyor bütün ihtiyaçlarını karşılayarak ona kocasının yokluğunu hissettirmemeye çalışıyordu. O da Amine’nin karnında taşıdığı yavruya büyük değer veriyor, ölen oğlu Abdullah’ın yadigarı olarak görüyordu.
Fakat Amine’nin hamileliğinin devam ettiği bu günlerde Mekke’nin başı büyük bir belaya bulaşmıştı. Habeş ülkesinin kralı Ebrehe denilen adamın dev bir orduyla Mekke üzerine yürümeye başladığı haberi gelmişti. Orduda bir tane de fil olduğu için Fil Ordusu deniliyordu. Ordu geçtiği Arap beldelerinde hiçbir güçlükle karşılaşmıyor, onlara da dokunmuyordu. Amacının Mekke’deki Ka’be’yi yıkmak olduğunu söyleyen Ebrehe, Mekke’ye bir günlük mesafede ordusunu konaklatmıştı. Amine’nin kayın pederi Abdulmuttalib dahil herkes ordunun harekete geçerek, amacını gerçekleştireceği günü sayıyordu. Abdulmuttalib bir yandan doğacak olan torununun sevincini duyarken, öte yandan Mekke’nin için bulunduğu bu sıkıntılı durumdan kurtulması için çareler arıyordu. Mekke’lilerle bir araya gelerek Ebrehe’ye bir heyet göndermeyi planlıyorlardı.
O sırada beklenmedik bir şey oldu ve Ebrehe bir elçi göndererek Mekke’nin yöneticisiyle görüşmek istediği haberini gönderdi. Bu tam da Mekkelilerin beklediği bir fırsattı, derhal gidip görüşme kararı verdiler ve Abdulmuttalib’in gitmesini talep ettiler. Abdulmuttalib, gelen elçinin ardına düşerek Ebrehe’nin ordusunu konaklattığı yere geldi. Ebrehe, Abdulmuttalib’i çok iyi karşıladı, saygı gösterdi ve ikramda bulundu. Onun heybeti Ebrehe’de hürmet hissi uyandırmıştı. Nihayet temel konuların görüşülmesi meselesine gelince Abdulmuttalib, Ebrehe’ye niçin Mekke’ye geldiğini sordu. Ebrehe, Mekkelilerle bir problemi olmadığını, fakat insanların çok rağbet ettiği, daima ziyaret ettikleri bir mekan olan Ka’be’yi yıkmayı planladığını anlattı. Abdulmuttalib’in tepkisinin ne olacağını yan gözle süzüyordu. Ebrehe sözünü bitirince Abdulmuttalib’e bir talebi olup olmadığını sordu.
Bu soru üzerine Abdulmuttalib, Ebrehe’nin Mekke insanlarına zarar vermeyeceğini anladığı için biraz da rahat bir tavır içerisinde Ebrehe ordusu askerlerinin gasp ettikleri koyun sürüsünün iadesini talep etti. Bu talep Ebrehe’yi şok eden bir istekti. Zira o, Abdulmuttalib’in kendisine yalvaracağını Ka’be’yi yıkmaması için el etek öpeceğini sanmıştı. Böyle heybetli, vakarlı bir adamın ağzından dökülen birkaç koyunun hesabı Abdulmuttalib’i Ebrehe’nin gözünden düşürmüştü. Bu hayal kırıklığını ifade etmek üzere: “Ben seni yüce ve vakarlı biri olarak görmüştüm. Benden ibadet evinizi yıkmamamı isteyeceğini düşünüyordum. Fakat sen birkaç koyunun hesabını yapıyorsun, doğrusu sana yakıştıramadım” dedi. Bunun üzerine Abdulmuttalib: “Ben koyunların sahibiyim beyti (evi) de sahibi korur” diyerek konuşma mekanından ayrıldı.
Vermiş olduğu cevap Ebrehe’nin başından kaynar sular dökülmesine sebep olmuştu. Bu gerçekten de çok büyük, ulu, heybetli ve vakarlı bir adamın verebileceği dehşetengiz bir cevaptı: “Beyti de sahibi korur”.
Abdulmuttalib yanına katılan koyunlarını da alarak Mekke’ye dönmüş ve Ebrehe ile arasında cereyan eden olayları Mekke ileri gelenlerine anlatmıştı. Bundan sonra Mekkelilere düşen beklemekti. Zira karşı koyacak güçleri yoktu. Üstelik adamın onlarla bir derdi yoktu, amacı Ka’be’yi yıkmaktı. Mekkeliler Ebu Kubeys dağına çekilerek Fil Ordusunun saldıracağı gübü beklemeye koyuldular. Fakat, günler geçmesine rağmen ordudan ses çıkmamıştı. Ne gelen vardı ne de giden. Bir haberci göndererek ordunun durumundan haberdar olmak istediler.
Haberci döndüğünde ordunun yerinde yeller estiğini, hiçbir neferinin sağ olmadığını söylüyordu. İnanamadılar. Nasıl olur diye düşündüler. Evet beyti sahibi korumuştu. Fil Ordusunun üzerine Ebabil kuşların müteşekkil bir ordu gelmiş ve onların yenilmiş ekin yaprakları haline çevirmişti. Fil Suresi’nde bahsi geçen Fil Ordusuydu bu! “1. Rabbin fil sahiplerine neler etti, görmedin mi? 2. Onların kötü planlarını boşa çıkarmadı mı? 3. Onların üstüne ebâbil kuşlarını gönderdi.4. O kuşlar, onların üzerlerine pişkin tuğladan yapılmış taşlar atıyordu. 5. Böylece Allah onları yenilip çiğnenmiş ekine çevirdi.”
Ebrehe dahil hiçbir canlı kimse kalmamıştı.
Mekke bu beladan kurtulmuştu. Abdulmuttalib yine sevgili geliniyle ve doğacak olan torunuyla ilgilenmeye başlamıştı.
Bir gün Ka’be’nin gölgesinde yatarken bir rüya gördü. Rüyasında doğacak olan çocuğu Muhammed ismini vermesini istemişlerdi. Uyanında heyecanla gelininin yanına gitti. Gelini: “Baba senden bir şey rica edeceğim” dedi. “Kızım ben de sana bir şey söyleyecektim. Ama önce sen buyur”. “Baba, bu doğacak çocuğu Muhammed ismini vermeni istiyorum”. “Kızım benim sana söyleyeceğim şey de buydu. Rüyamda ona Muhammed ismini vermem istendi. Ne güzel bir tevafuk”. “Bana da baba bana da ona Muhammed ismini vermemi söylediler”.
KUTLU DOĞUM
Rebiülevvel ayının 12. günüydü. Amine o gün çeşitli harikulade haller yaşamaya başladı. Gerçi daha önce de zaman zaman olağanüstü şeyler görüyordu ama, bu sefer çok daha başkaydı. Vakit geceye yaklaştıkça, doğum yapacağı hissine kapıldı ve yakın komşusu Şifa hatun’a kendisine yardımcı olması için haber gönderdi. Bu ilk doğumu olacağı için biraz heyecanlıydı. Biraz da karnındaki yavrusu sebebiyle şahit olduğu bir takım hadiselerden dolayı endişeleniyordu. Zira, kimi zaman kuşları, kimi zaman melekleri görmüştü, kendisini takip ederken. Bu
Birden evinin içinin gündüz gibi aydınlık olduğunu farketti. Uzandığı yatağın yanında bir kase vardı, nerden gelmişti, kim koymuştu bilmiyordu ama o kaseden yudumlayınca içine bir ferahlığın doluğunu hissetti. Derken güzellikleri göz alıcı bazı kadınlar geldi evine. Ama onları şimdiye kadar hiç görmemişti. Kendisi ve karnındaki yavrusu hakkında konuşuyorlar, birbirlerini ve Amine’yi tebrik ediyorlardı.
Nihayet Şifa Hatun’un “Müjdeler olsun bir erkek evladın oldu” sesiyle kendisine geldi. Doğum gerçekleşmişti. Fakat Amine hiç farkına varmamıştı. Çocuğu kucağına aldı, göbeği kesilmişti ve sünnetliydi. Sırtında iki kürek kemiği arasında mühüre benzer nişan gibi bir vardı.
Yrd. Doç. Dr. Ali DUMAN
İ.Ü İLAHİYAT FAKÜLTESİ
ÖĞRETİM ÜYESİ