İslâm ve Kur’an’In Şekillenmesinde Cahİlİyye Döneminin Etkİsİ Var mIdIr?
İlk dönem İslâm tarihine göz atıldığında sosyal hayatın şekillenişinde farklı etkenlerin rol oynadığı gözden kaçmamaktadır. Özellikle Kur’an’ın iniş süreci ve Kur’an’ın kendisine vahyolunduğu kişinin tavır ve tutumlarının bu dönemin şekillenmesinde etkin olduğu görülmektedir. Öte yandan bu dönemin, kendisinden önceki dönemden tamamıyla kopuk olduğu ve ondan hiç etkilenmediği gibi bir iddianın tutarlı olamayacağı da açıktır. Bilakis Hz. Peygamber’in diliyle cahiliye olarak adlandırılan bu dönemin gerek sosyal hayatta ve gerekse siyasal hayatta oldukça etkin olduğu hatta Kur’an-ı Kerîm’in şekillenmesinde bile rol oynadığı ileri sürülebilir.
Bu cahiliye döneminin İslâm’ın ilk dönemlerinde ve ilk İslâm toplumunun sosyal hayatının şekillenmesinde etkisinin olması kaçınılmaz bir zorunluluk olarak kabul edilmelidir. Fakat cahiliye döneminin İslâm ve Kur’an-ı Kerîm’in şekillenmesinde etkisinin olup olmadığı noktasından bakınca, böyle bir iddianın bir takım sıkıntıları da beraberinde getireceği görülmektedir. Üstelik böyle bir etkilemenin, bütün İslâm tarihi ve toplumlarının temel kaynağı olan Kur’an-ı Kerîm’in evrenselliği noktasında da bir takım soru işaretlerinin ortaya çıkmasına sebep olabileceği de göz ardı edilmemelidir. Öte yandan sosyal hayatta kaçınılmaz olan bu etkileşimin izlerinin bütün tarihsel süreçte varlığını devam ettirip ettirmediği de problemin bir başka boyutunu teşkil etmektedir.
Gerçekten de günümüz Müslüman toplumlarının yaşayışında, hatta dini algılayış ve anlayışı biçimleri üzerinde de tesiri olması ihtimali bulunan böyle bir etkinin olabileceği meselesi bir problem olarak, İslâm’ın günümüz dünyasındaki yerini ve etki alanını da belirlemektedir. Bu durumda yapılması gereken cahiliye döneminin, neden cahiliye vasfını aldığını ve bu dönemin İslâm'ın şekillenmesindeki etkilerini belirlemek ve bunu yaptıktan sonra bu şekilde bir etkileşimin gerekliliğini tartışmaktır.
Bilindiği gibi İslâm dini, diğer semavi dinlerin aksine, belirli bir kavme gönderilmiş bir din olmayıp, kıyamete kadar geçen süreçte yeryüzünde yaşayan ve yaşayacak olan bütün insan topluluklarına hitap etmektedir (Bakara, 2/137; Al-i İmran, 3/19, 85; Nisa, 4/74). Yani evrensel olan bir dindir. İlk bakışta evrensel bir dinin ana kaynağının şekillenmesinde herhangi bir tesirin söz konusu olamayacağı söylenebilirse de, gerçekte, sonraki dönemlerde yorumlanışına sosyal çevrenin etkisi olduğu gibi ilk dönemde de bu etkinin bulunduğu söylenebilir.
Örneklerle açıklamak gerekirse Kur’an-ı Kerîm’de bütün zaman ve mekanlarda geçerli olacak adalet, insan hayatına saygı, istişare, emniyet gibi daha çok ahlâkî boyuttaki hükümlerinin yanında, toplum hayatında geçerli olan ve toplumdan topluma, ülkeden ülkeye değişiklikler arz eden sosyal hükümler de vardır. Mesela zıharla ilgili hükümler bu çeşittendir. Hatırlanacağı üzere zıhar Arap toplumunda geçerli olan bir boşama şeklidir. Kişinin karısını kendi anasının sırtı gibi kabul etmesi ve bundan sonra ona yaklaşması biçimindeki bu uygulama ile ilgili ayetler Kur’an’da yer almaktadır. Zıharla ilgili ayetlerin Kur’an-ı Kerîm’de yer alması ise kanaatimizce hükümlerin iniş zamanında mevcut toplumun sosyal ve kültürel durumundan dolayıdır. Değişik bir anlatımla bu çeşit bir uygulama o toplumda bulunmasaydı, bu uygulama ile ilgili hükümlerin bulunmasına da gerek bulunmayacaktı. Bu ve buna benzer daha pek çok örnek bulmak mümkündür. Ancak bu örneklerden çıkarılacak sonuç olarak Kur’an-ı Kerîm’in indirilmiş olduğu sosyal ortamı etkilediği gibi onun etkisinde de kaldığı şeklinde olabilir.
Hz. Muhammed karizmatik hareketini geleneksel ataerkil Arap kabile otoritesine karşı başlattı, söz konusu otoritenin muhtelif unsurları önce Peygamber’e ağır saldırıda bulundular ve kendi sürekli varlıklarına yönelik tehdidini ortadan kaldırmak için savaştılar, ancak sonunda karşılarındaki güce teslim oldular ve Peygamber’in karizmatik otoritesinin kurumlaşma sürecinde kendilerini yeniden tesis etmeye çalıştılar (Dabaşî, Haşim, İslam’da Otorite,16).
Bu otorite çizgisini (yani Hz. Muhammed’in Allah'ın son peygamberi olduğunu) izleyerek Müslümanların ekseriyeti, yeniden yerini alan geleneksel Arap motiflerinin tesiri altında, bir ihtiyar meclisi tarafından “seçilen” halifeyi Hz. Muhammed’in otoritesinin meşru mirasçısı olarak kabul ettiler, ve halife bu pozisyonu itibariyle az çok bir “kabile şefi” olarak da mülahaza edildi (Dabaşî, 27). Bu şekilde peygamberin vefat ettiği günden itibaren, İslam öncesi cahiliye tesiri, İslam toplumunda etkin olmaya başladı. Zira, halife denilen ve İslam’da dini temsil eden bir makam bulunmadığı için, temelde siyasal fonksiyon gören makam, cahiliye toplumunun geleneklerinden kalma yöntemlerle seçilmişti. Bundan sonra ise, cahiliye döneminin ekonomik gücünü elinde bulunduran ve kabile hiyerarşisi içerisinde yeni Müslüman toplumunun ekonomik gücünü de elinde toplamaya çalışan, geleneksel cahiliye baskıcı kapitalist mantık, otoriteyle iyi geçinerek, güce ortak oldu. Sonuçta, otorite zayıflığının baş gösterdiği bir dönemde (Hz. Osman’ın halifelik yılları) iktidarı ele almaya başlayan bu mantık, güce dayalı bir idare sistemini halifeliğin yerine ikame etmeyi başardı.
Bütün bu veriler, ilk dönem İslam tarihinin oluşması ve şekillenmesinde, cahiliye döneminin etkilerinin bulunduğunu ispatlamaya yetmektedir. Burada sorulması gereken soru şudur: Bu etkiler, İslam Dini’nin içeriğine olumsuz katkıda bulunmuş mudur? değişik bir şekilde sorarsak: İslam’ın özüne ilişkin konularda cahiliye döneminin etkileri ne kadardır?
Bu soruya verilecek cevap, İslam tarihsel sürecinin yeni baştan kritize edilmesi, din olarak İslam’ın ve onun kutsal kitabı Kur'ân-ı Kerîm’in ana hedeflerinin neler olduğu ortaya konularak, bunlarda meydana gelen sapmaların ayıklanmasıdır. Bu görev de İslam dini üzerinde araştırma yapan bilim adamlarına düşmektedir.
Yrd. Doç. Dr. Ali DUMAN
İ.Ü İLAHİYAT FAKÜLTESİ
ÖĞRETİM ÜYESİ