|
|
|
|
|
|
|
|
Cinselliğin farklı iki kültür (doğu-batı) içindeki seyri
Cinsellik ya da cinsel davranış bir değer sistemi içinde kültürel olarak biçimlenir. Bununla beraber cinsel davranış insan bedeninin ve psişesinin bir işlevidir de. Bu işlevsellikteki bozulma ya da yetersizlik doğal olarak tıbbın konusu olacaktır. Cinsellik bir yönüyle bedensel bir işlev diğer yönüyle dinin, ahlakın hatta politik alanın bir nesnesidir. İnsan hayatında organik yapıyla değer sisteminin bu kadar yakın ve karmaşık bir etkileşim içinde olduğu ikinci bir alan göstermek mümkün değildir.
Cinselliğin bu iki yönlü doğasına karşın cinsellikle ilgili yazın, tarih boyunca tıbbi alanda değil de, daha çok değer yargıları ya da erotik sanat diyebileceğimiz alanda gelişmiştir. Günümüzde ise cinsel sorunlar modern tıbbi paradigmanın bir yansıması olarak tümüyle değerden bağımsız ele alınmaya çalışılmaktadır. Batı kültürü içinde cinselliğin seyrini izlediğimizde bu durum oldukça çarpıcı bir paradoks olarak ortaya çıkmaktadır. Zira Hristiyanlık sonrası dönemde cinsellik, fizyolojik ve tıbbi yönleri hiç hesaba katılmadan olumsuz anlamda tümüyle bir değer sistemi içine hapsedilmiştir.
Buna karşın günümüzde ise tam ters yönde bir gelişmeyle cinselliğin kültür ve değer sistemiyle içiçeliği gözardı edilerek cinsel sorunlar organik işlev bozukluklarına indirgenmeye çalışılmaktadır. Doğu kültüründe ise cinselliğin seyrinin tamamen farklı olduğunu söyleyebiliriz. Bu farklılık temel olarak Hristiyanlık ve İslam dinlerinin cinselliğe bakış biçimlerinden kaynaklanmaktadır. Bu makalede tartışmaya çalıştığımız asıl konu cinselliğin tıbbileştirilmesidir ve bu süreç de esas olarak batı kültürü içinde cereyan etmektedir. Günümüzdeki egemen tıbbi paradigma tümüyle batı kültürünün bir ürünüdür. Dolayısıyla cinselliğin tıbbileştrilmesindeki sorunların aydınlatılabilmesi için Hristiyanlığın cinsellik konusundaki tutumları önem kazanmaktadır. Tarihsel kayıtlar Hristiyanlığın cinsellikle ilgili katı sayılabilecek tutumunun başlangıçta olmadığı ve zaman içinde tedrici olarak ortaya çıktığını göstermektedir. Mesela başlangıçta bulunmayan ‘cinsel perhiz’ aziz Paul ile birlikte ortaya çıkmıştır. ‘Cinsel İlişkiler Tarihi’ kitabında Andre Morali-Daninas bu sürecin bir bölümünü şu şekilde anlatmaktadır; ‘Ancak çok sonraları Hristiyan dini de pratik alanda kendini örgütleyincedir ki, cinsel arzuları önleme konusunda Perslerin eski buluşları olan Şeytan kavramına başvuruldu; bunun yanısıra da İsa’dan gelen ruh-temizlik ve Şeytan’dan kelen ten-kirlilik arasındaki ruhsal ve bedensel ayrılık da benimsenmiş oldu.
Bunun üzerine Adem ile Havva’nın işledikleri asli günah, eski gelenekte olduğu üzere, herşeyi bilme ve Tanrı ile yarışma hali olmaktan çıktı da cinsel işlemin kendisi haline geldi.Hayatın aktarılıp sürdürülmesi de, yine günaha bağlı olarak, soydan gelme ve gelecek kuşaklara aktarılabilir bir günah içerir oldu. Cinsel yasağın ve ten arzusuna metafizik korkunun eklenişinin başlangıcı işte budur’. Buna karşılık İslam dininin cinsellik konusunda daha yumuşak bir tutum sergilediğini görmekteyiz. Öncelikle cinsel perhizin ve ruh-temizlik, ten-kirlilik ayrımının İslam dinin de bulunmadığını söyleyebiliriz. Bu ayrım ontolojik olarak bedeni ve bedensel olanı günahla özdeşleştirmektedir. Cinselliği yasaklamamakla beraber İslam dini de cinsel ilişkinin sınırlarını belirlemiştir. Bu sınırların dışına taşmayan cinsel ilişkileri meşru olarak nitelemiş, daha da ötesi meşru cinsel ilişkileri bir tür ibadet olarak değerlendirmiştir.
Özellikle dinlerden kaynaklanan cinselliğe yaklaşımdaki bu kültürel farklılıklar erotik yazın alanında da kendini göstermiştir. Bu farklılığı, Türkçeye de ‘Itırlı Bahçe’ ismiyle çevrilen Mumammed El Nefzavi’nin Er-Ravz el Itır kitabına sunu yazan A.H Walton şöyle açıklar ‘Doğunun öğretici cinsel elkitapları sevişmeyi bir anlamda kutsal bir ayin gibi sunmakta, ve cinsel edimi sadece bir üreme aracı olarak değil, sağlıklı hatta sağaltıcı bir zevk olarak görmektedir. Burada sevecence bir öneriyle birlikte çok gelişmiş bir –aşk sanatına-da tanık oluyoruz. Bunların ikisi de din, evlilik ve aile yaşamına gösterilen saygıdan kaynaklanıyor. Oysa Avrupa erotik yazınını inceleyecek olursak çok değişik bir tablo ve tamamen farklı bir yaklaşımla karşılaşırız. Ovid’i eski Roma’nın en yetkin bir örneği –ve daha sonra Rönesans ve on sekizinci yüzyıl boyunca ortaya çıkanların bir modeli- olarak ele alırsak, cinsel edimin ve hatta rastgele kimselerle sevişmenin –zevk için zevk- adı altında utanmazcasına yüceltildiğini görürüz. Aslında Ovid’in yapıtı aşk sanatı üzerine bir el kitabı değil, ayartmayla ve bencilce zevk almayla ilgili yöntemleri gösteren bir el kitabıdır. Ovid memnu aşkı öğütler ve kadınlarla ilişkilerde yüzeysel yaklaşımları öğretir’ Foucault’un belirttiği biçimiyle batıda erotik sanatın gelişmemesi Hristiyanlığın cinsellikle ilgili tutumuyla doğrudan ilişkili gibi görünmektedir.
Foucault, tarihsel olarak cinselliğin gerçeğini üretmeye yönelik iki ana yöntemden bahseder. Bunlardan birisi Çin, Hint, Roma, Arap kültürlerinde geliştirilen erotik sanat (aras erotica), diğeri de erotik sanattan görece yoksun batı kültürünün geliştirdiği cinsel bilim (scientia sexualis). Bilindiği gibi batıda bilim genel olarak dinle çatışarak gelişmiştir. Mesela modern bilimin filizlenmeye başladığı 17.yüzyılda teleskopla bulunanların din adına ‘büyücükandırması’ olarak gösterilmeye çalışılması bu çatışmanın boyutlarını gösterebilir.Günümüzdeki cinselliğin değerden tümüyle arındırılarak tıbbileştirilmesi çabasının psikolojik ve kültürel arka planında batı kültüründeki din ve bilim arasındaki bu derin çatışmaların olduğunu düşünüyoruz.
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|