Kardeşler Giyim  
 
  DİN İSTİSMARI MESELESİ 18.04.2024 22:18 (UTC)
   
 

DİN İSTİSMARI MESELESİ


Hiç şüphesiz din istismarı, yani dinden semere elde etmek, maddî ve dünyevî çıkar için dini kullanmak insanlığa yakışır bir tutum değildir. Hele bu İslâm gibi, insanlığa gönderilen en son ve en büyük din için söz konusu olursa, affedilir bir şey olmaz. Ancak ne yazık ki bütün din müntesiplerinde olduğu gibi İslâm dinine inananlar arasında da dini bir sömürü aracı olarak kullananlar hep var olmuştur ve öyle görülüyor ki olmaya da devam edecektir.

Peki kimler, hangi amaçla din istismarına yönelmektedir?
Din istismarcıları genellikle, o dine mensup fertlerin din konusundaki bilgisizliklerinden istifade ederek dinden maddî çıkar uman, dini kendi siyasî, ticârî, aklî, hatta bilimsel amaçları için kullanan, Atatürk’ün deyimiyle “alçak kimseler”dir (Utkan Kocatürk, Atatürk’ün Fikir ve Düşünceleri, 238). Din istismarcıları arasında çok saf, bilgisiz, cahil, farkında olmadan din istismarı yapan kimseler bulunması mümkün olmakla birlikte, esasında din istismarcıların büyük çoğunluğu için kötü niyetli kimseler deyimi kullanılabilir.
Bu kötü niyetli kimselerin din istismarı yapmalarının en önemli sebebi hiç şüphesiz, din konusunda yeterince bilgilenmemiş, cahil halk kitleleri üzerinde, dini alet ederek kendilerine çıkar sağlamaktır. Bu din istismarcıları, yani dini kendi süfli çıkarları için alet edinen kimselerin başında da dini bir siyaset malzemesi olarak kullananlar gelir. Onlar kadar zararlı olan bir diğer kesimde dini ticaret malzemesi olarak kullananlar ile dini kendi dünyevî amaçları için kullananlardır.
1. Din istismarının en önemli malzemesi: Dinin Siyasette Kullanılması
İslâm, Allah'ın Hz. Muhammed vasıtasıyla insanlığa tebliğ ettirdiği en son ve en yüce dindir. Gerek dinin ana kaynağı olan Kur’an-ı Kerim’de, gerekse başlangıç ve oluşum dönemi olan Asr-ı Saadet’te, İslâm'ın, kişilerin siyasal hedeflerinin gerçekleştirilmesinde bir vasıta olarak kullanılmasını öngören hiçbir hüküm bulunmamaktadır. Üstelik siyasetin ana konusu olan devlet yönetim biçimi, devlet başkanlığı meselesi gibi konular hakkında bile ne Kur’an’da ne de Peygamber’in sünnet’inde insanları belirleyici ve yönlendirici hiçbir hüküm yer almaz. Bu, dinin siyasetten farklı ve uzak bir şey olduğunun en büyük delilidir. Kur’an ve sünnet’te siyasete ilişkin hükümler yok değildir, fakat bu iki kaynak anayasal düzenlemeler dediğimiz devletin yönetim şeklinin ne olacağı, devlet başkanının nasıl seçileceği, kimler tarafından seçileceği, toplumun inançlarının ya da inançsızlıklarının devletin politikalarıyla yönlendirilip yönlendirilmeyeceği gibi konular tamamen insanlara bırakılmıştır. Yani devletin şekli ile işleyişi gibi konular İslâm'ın düzenleme alanı içerisinde değildir. İslam Dini, sadece adaletin gözetilmesi, eşitliğin ve hürriyetin sağlanması gibi bir takım genel ilkeler ortaya koymaktadır. Bu sebeple de çoğunluğunu Müslümanların oluşturduğu bir toplumun sevk ve idaresi için Kur’an ve Sünnet belli kesimleri ve zümreleri seçmemiştir. Bunun en güzel ifadesi Hz. Muhammed’in: “Din’de ruhbanlık yoktur” şeklindeki sözüdür. Bu söz, insanlar adına Tanrıyla irtibat kuracak bir kesimin İslâm Dini’nde olmadığı anlamına geldiği gibi, hiçbir kimsenin böyle bir işe tevessül edemeyeceğinin, etmemesi gerektiğinin de ifadesidir.
Ancak tarihsel pratikler kimi zaman, özellikle siyasîlerin kendi siyasal çıkarları adına İslâm'ı alet ettiklerini göstermektedir. İslâm'ın siyasete alet edildiği ilk hadise Sıffîn Savaşı’nda Muaviye taraftarlarının Kur’an sayfalarını mızraklarının ucuna takarak Kur’an’ı hakem kılma talepleridir. Bu hareketle ilk defa, İslâm, siyasetin aleti edilmiş ve bundan sonra İslâm Toplumları’nın idaresini yüklenen yöneticiler, İslâm'ı siyasal amaçları adına alet edinmekten çekinmemişlerdir. Mesela Emevîlerin, toplumun kendi idarelerindeki rahatsızlıklarını örtbas etmek için Kaderci anlayışı geliştirmeleri, Abbâsîlerin Mutezile’nin de etkisiyle toplumda çeşitli dini inanç biçimlerini zorlamaları, halifeliğin dini bir kurum olmamasına rağmen adeta Allah'ın temsilcisi bir makammış gibi topluma yansıtılması, hükümdarların teokratik bir anlayışla kendilerini Allah'ın gölgesi olarak kabul etmeleri, Osmanlı’nın son dönemlerinde padişahların hilafeti bir İslâm kılıcı olarak kullanma talepleri ve daha sayamadığımız pek çok din örtüsüne örtülmüş siyasal eylem dinin siyasete alet edilmesi, yani din istismarının örnekleridir.
Bugün de çeşitli siyasal partilerin İslâm'ı siyasetlerinde bir alet olarak kullanmakta oldukları görülmektedir. Allah'ın emri olan “emanetin ehline verilmesi” (Nisa, 4:58) prensibi, sanki siyasal iktidarın bazı kimselere verilmesinin Allah'ın emri olduğu gibi halka aktarılmakta ve bu şekilde insanlar din yönünden istismar edilmektedir.
İslâm'ın siyasete alet edilerek istismar edildiği alanlardan biri de İslâm Devleti gibi hayali bir kavram peşinde insanların inançlarının sömürülmesi ve bu hayale ulaşmak yolunda onların birer ölüm makinesi, yani terörist haline dönüştürülmesidir. Özellikle köktenci anlayışların ürünü olan bu hayali İslâm Devleti kavramı ülkemizde de çeşitli insanların, dinin kılıcı, mücahit sıfatlarıyla kendilerini din adına sorumlu ve yetkili kimseler olarak ortaya koymalarına neden olmaktadır. Hatta çoğu zaman bu anlayışlar örgütlenmekte ve devlete bile kafa tutar hale gelmektedirler. Hizbullah, İBDA-C gibi İslâmcı oldukları iddiasındaki teröristler din adına cinayet işleyen kurumlar şeklindedirler. Halbuki İslâm'da terör olmadığı gibi, teröre müsaade edebilecek en ufak bir delil de bulunmaz. Yani İslâm'ın ne temelinde ne de öğretisinde teröre yer yoktur.
Ancak bazıları kendi dünyevi çıkarları için, insanların din konusundaki bilgisizliğinden de istifade ederek, çoğu saf, inançlı kimseleri bu yolda kullanmaktan ve hatta onları ölüme göndermekten bile kaçınmazlar. Bu da dinin siyasal amaçlarla istismarının bir başka çeşitidir.
2. Dinin Sosyal Hayatta Bir İstismar Aracı Olarak Kullanılması
Bilindiği gibi insan yaşamı bir bütündür. Bunun içinde gündelik yaşam için gerekli unsurlar, alış-veriş, ticaret, spor gibi sosyal hayat biçimleri olduğu gibi din de vardır. Fakat, dini, sosyal hayatın bütün biçimlerinde belirleyici bir unsur olarak kullanmak ve her şeyi ona göre düzenlemeye çalışmak, günümüz şartları içerisinde oldukça büyük problemlere yol açabilmektedir. Örneğin evlilik konusu. İslâm'da olmadığı halde dini nikah zorunluluğu gibi bir tezle ortaya çıkarsanız, pek çok masum kız çocuğunun iğfal edilmesine, din adına fetva vermiş olursunuz. İslâm'da nikahın şartları bellidir ve amaç nikahın duyurulmasıdır. Ama bugün pek çok durumda kız ve erkek, iki de şahit bularak dini nikah adı altında nikahlanmakta ve evlilik hayatı sürdürmektedirler. Duyurma yani ilan şartı gerçekleşmediği için çoğu zaman erkek kızdan bir süre istifade ettikten sonra başından atmakta ve bu şekilde kızlarımız mağdur edilmektedir. Bugün nikahta duyurma şartını resmî nikah dediğimiz kurum gerçekleştirmektedir. Bu örneği vermemin sebebi özellikle kendilerini dindar addeden bazı kesimlerin resmi nikaha karşı çıkarak, din adına kadının sömürülmesinin yolunu açtıklarının farkında olmamalarıdır. Şu halde yapılması gereken çağın gerçeklerini göz önünde bulundurmak ve İslâm'ın ana kaynaklarının verilerini doğru yorumlamak, ruhunu anlamaktır. Yoksa kuru kuruya metne bağlılık çoğu zaman sosyal hayatın zorlaştırılması sonucunu doğurmaktan başka bir işe yaramaz.
Konuyla ilgili bir başka örnek de faiz meselesidir. Bugün toplumumuzun büyük çoğunluğu İslâm'ın faizi yasakladığı gerekçesiyle girişimlerini gerçekleştirebilme imkanından mahrum kalmaktadır. İslâm'ın faizi yasakladığı doğrudur. Fakat enflasyonsuz bir ortamda ve kat kat faiz yasaklanmıştır. Dolayısıyla enflasyonun bulunduğu bir ortamda, en azından enflasyon oranında faiz konusu yeniden İslâm fıkıh bilginlerimiz tarafından ele alınmalıdır. Bunun yanında özellikle yatırım alanlarında, girişimcilerimizin iş kurarken, istihdam sağlarken kredi almaları konusunun dinin karşı çıkmayacağı bir konu olduğu ortaya konulmalıdır. Yani dinin bu tür ticari durumlarda insanların girişimlerini engellemek gibi bir fonksiyonu olmadığı net olarak ortaya konulmalıdır. Ancak bundan sonradır ki, insanlarımızın maddi tasarruflarının bir takım ticari istismarcılar tarafından istismar edilmesi engellenebilir.
3. Dinin Ticaret Aleti Olarak Kullanılması
Din istismarcılarının kullandığı yöntemlerden biri de inananların maddî birikim ve tasarruflarını, dinlerini kullanarak sömürmeleridir. Günümüzde bu tür örnekler öylesine fazladır ki, hepsini tek tek saymak imkansız gibidir. Mesela kendilerine faizsiz bankacılık kurumları adını veren bankalar, bunun güzel bir örneğidir. Bu kurumların işleyişine baktığımızda normal bankalardan farklı olmadığını görüyoruz, tek fark söylemdedir: “Biz faiz değil kar payı veriyoruz” böyle olunca faizden kurtulmuş olunuyormuş. Ama bu çeşit bir bankadan kredi almaya kalktığınızda, normal bankalarının faiz oranlarının kat kat fazlasını uyguladıklarını görüyorsunuz. Bu din istismarı değil de nedir?
Bir başka örnek İslâmî sermaye grubu olarak tanımlanan kesimdir. Bu görüntüyle halkın inançlarının istismar ederek, kendilerine ticarî çıkar sağlamaktadırlar. Fakat iş alınan paraların ödenmesine gelince; gerçek yüzleri ortaya çıkmaktadır. Öte yandan bu tür İslâmî sermaye grubu gibi isimlendirmeler toplumumuzda bir bölünme havası yaratmakta, bu şekilde nitelenmeyenlerin adeta dinsiz ya da din karşıtı oldukları gibi bir hava estirilmeye çalışılmaktadır. İslâm'a inansın yada inanmasın bu ülke için yatırım yapan her kişi ve kurumum emeği değerlidir, kutsaldır.
İslâmî sermaye grubu şeklinde nitelemenin, farklı rant kesimlerinin yorumu olması ve küresel evangelist hıristiyan din sömürücülerinin etkisini yansıtıyor olması ihtimali de göz önünde tutulmalıdır. Değişik bir ifadeyle ülkemizdeki yatırım gruplarının bazılarının bu şekilde soyutlanarak, küresel emperyalizmin hizmetçilerinin önü açılmak istenilebilir. Bu sebeple ister müslüman olsun, ister hıristiyan olsun dini ticari sömürü aracı olarak kullanmak isteyenlere müsaade edilmemelidir.
Bu noktada da çağdaş din bilginlerimizin üzerine önemli görevler düşmektedir. Küreselleştirilen dünyada emeğin ve paranın belli güçlerin hizmetine verilerek, bütün dünyanın tek bir merkezden yönetilmemesi, bütün insanlığın emperyalizmin çıkarlarına hizmet eder duruma getirilmemesi için, tüketim değil, üretim teşvik edilmeli, dinimizin çalışma ve üretme konusundaki emir ve tavsiyeleri halka iyice anlatılmalıdır. Bu konuda Atatürk: “Allah'ın emri çok çalışmaktır. İtiraf edelim ki, düşmanlarımız çok çalışıyor. Biz de onlardan ziyade çalışmaya mecburuz. Çalışmak demek, boşuna yorulmak, terlemek değildir. Zamanın icaplarına göre ilim ve fen ve her türlü medeniyet buluşlarından azami derecede istifade etmek zorunludur. Hepimiz itirafa mecburuz ki, bu husustaki hatalarımız çok büyüktür”(Nimet Arsan, Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, II.92) demektedir. Ancak çalışarak ve üreterek çağdaş dünyayla rekabet edilebilir. Yoksa teknoloji ithal etmekle yada montaj sanayisi kurmakla değil!
4. Dinin Akılla Yorumlanamayacağı Şeklindeki Din Adamlarının Din İstismarı
Bu mesele de bir başka büyük problemdir. İnsanların aklına hitap etmek için gönderilmiş (“Biz sana da bu kitabı (Kur’an’ı) indirdik ki insanlara kendilerini indirileni açıklayasın. Umulur ki onlar da düşünürler” Nahl 16:44) bir kutsal kitabın muhatapları, İslâm'ın akılla yorumlanması konusu gündeme gelince tamamen taraf değiştirmektedirler. Bunun en büyük sebebi kendilerini din adamı olarak topluma lanse eden, insanların din konusunda bilgilenmelerini istemeyen, insanlar bilgilendiklerinde kendilerinin gerçekte Atatürk’ün deyimiyle “karınlarını doldurmaktan başka bir işi olmayan kimseler” (N. Arsan, ASD, III.124) olduklarının ortaya çıkmasından çekinen bu zümre din istismarının en önemli temsilcileri arasındadır.
İslâm, insanların aklına hitap eder. Onların düşünen, araştıran, sorgulayan kimseler olmasını tavsiye eder. Elbette dinin bütün alanlarında bütün insanların aynı derecede bilgi sahibi olması imkansızdır ve bazı kimselerin bütün toplum adına bu işi üstlenmeleri kaçınılmazdır. Fakat bu, insanların düşünmesinin, akletmesinin engellenmesi için değil, daha çok onlara yol göstermek, akıllarının önünü açmak içindir. Ne yazık ki tarihte pek çok din adamı kılıklı kişiler İslâm'ın bu üstün yönünü örtmek, insanları bilgisiz bırakmak istemişlerdir. Hatta kendi din anlayışlarını halka empoze ederek, bunun dışında bir din anlayışının olamayacağı propagandasını yapmışlardır. Neticede, gerçekte akla değer veren, insanların aklını kullanarak insan olabileceklerini vurgulayan İslâm, bu kişilerin elinde akla düşman bir hale getirilmiştir.
Üstelik bu tür din istismarcısı din adamlarının siyasetin hakimi olan hükümdar ve sultanlarla da çok iyi geçindiklerini görmekteyiz. “Adi ve alçak hilelerle hükümdarlık yapan halîfeler ve onlara dini alet yapmaya tenezzül eden sahte ve imansız alimler, tarihte daima rezil olmuşlar, rezil edilmişler ve daima cezalarını görmüşlerdir..” (Kocatürk, 238) sözleriyle Atatürk bu tür sahte din adamlarından müslüman toplumların gördüğü zararları ifade etmektedir. Bu çeşit din istismarcıları yüzünden müslüman toplumları yüzlerce yıl zamanın şartlarına ayak uyduramamış geri kalmıştır. Halbuki bizim yüce dinimiz akla, bilime, mantığa son derece büyük önem atfetmekte, “Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?” (Zümer, 39:9); “Eğer bilmiyorsanız, bilenlere sorun” (Nahl, 16:43) ayetlerinde olduğu gibi, gerçek bilginleri bütün insanların önderi ve danışma mercii saymaktadır.
5. Sosyal Hayatta Kadının Din Bakımından İstismarı
İslâm, kadın erkek ayırmaksızın bütün insanlara hitap eden bir din olmasına rağmen, kimi zaman erkekler tarafından İslâm'ın kadına tanımış olduğu hak ve hürriyetlerin kullandırılmadığına şahit olmaktayız. Kur’an-ı Kerim’de, o dönemin şartlarına göre kadına önemli haklar tanınmış olmasına rağmen, insanlığın sürekli ilerlemekte olduğu bugünlere gelindiğinde, o dönemde sağlanan haklarla kadınları sınırlandırmaya kalkmak elbette kadınların istismarından başka bir şey olmayacaktır.
Mesela, kadının hiçbir rolünün ve etkinliğinin olmadığı cahiliye dönemi Araplarına göre, kadına mirastan pay verildiği, kadının şahitliğinin kabul edilebilir duruma geldiği ilk dönem İslâm toplumu, elbette medeni bir toplumdu. Fakat yüzyıllar geçmesine rağmen, müslümanların, kadını hala aynı statüde tutmaya çalışmaları, onları ikinci sınıf bir insan haline getirmiştir. Bugün hiç kimse kadının aklî yetersizliği gibi bir gerekçeyle kadınların şahitliğinin eksik olduğunu iddia etmemeli, aynı şekilde kadının ev ekonomisine katkısı olmadığı gerekçesiyle miras hakkını yarıya indirmemelidir.
Bugünün İslâm toplumları kadına verdikleri önemi, ilk dönem İslâm toplumunun verdiği öneme kıyasla eşitlemeye kalkmamalıdırlar. Bugünün dünyasında kadınlarımız da erkeklerimiz gibi birinci sınıf bir insandır ve onun da her türlü hak ve hürriyetten istifade etme hakkı vardır. Erkek eksenli bir İslâm anlayışı, kadın ve erkeğin eşit oranda Allah'ın kulu olduğu bilincinin yaygınlaştırıldığı bir İslâm anlayışına dönüştürülmelidir. Nitekim Kur’an’da ahkam ile ilgili ayetler her zaman hem erkeğe hem de kadına hitap etmektedir (Ahzab, 33:35)
Kadınlar, evlerde saklanan hazineler gibi eve hapsedilmemeli, toplumun ve sosyal hayatın her alanında onlardan yararlanılmalıdır. Ailenin temel unsuru olan kadınların eğitim açısından eksik bırakılması engellenmelidir. Değişik bir ifadeyle kız çocuklarının tam olarak eğitilmesi sağlanmalıdır. Zira gelecek nesillerimizin yetiştirilmesinde birinci derecede etken olan kadınlardır ve eğitimsiz bir kadının ne ailesine, ne topluma, ne de yetiştireceği çocuklarına faydası olmayacaktır.
Bir takım tali gerekçelerle kadınların sosyal hayattan dışlanmasının bir diğer olumsuz etkisi de, hiçbir bilgi birikimi olmayan, kendisini yetiştirememiş kızların ve kadınların sui istimaline yol açmasıdır. Zira bu şekilde kapalı kapılar ardında yetiştirilmeye çalışılan kadın, sosyal hayattan tamamen habersiz olduğu için, hemen hiçbir medeni, kültürel, sosyal konuda söz hakkı bulamamakta bu durum ise kadınların sosyalleşmesine mani olmaktadır. Bu çeşit tutumlar kimi zaman istenmeyen sonuçlara da yol açabilmektedir. Çoğu zaman şahit olduğumuz gibi sosyalleşmemiş kadınlar, özellikle kadını cinsel bir meta olarak değerlendiren zihniyetlerin elinde köleden farksız bir hale gelmektedir.
Tarlada çalıştırırken normal bir tutum sergilediğini düşündüğümüz kadını, sosyal hayata katmaya kalkıştığımızda bu neden garipsenir? Köylerimizde erkekler kahvelerde günlerini geçirirken, kadınlarımız tarlalarda çalışmakta, hayvanlarla ilgilenmekte evin dışında pek çok aktiviteyi yapmaktadır. Şehire gelindiğinde ise kadın evine hapsedilmekte, eğitim amaçlı bile olsa evden çıkmasına fırsat verilmemektedir. Bunu izah etmek mümkün müdür?
İslâm Hukuku literatürüne baktığımızda da kadınla ilgili olarak sadece evlilik meselelerinin ve kadına ait bir takım özel durumların konu edinilmiş olduğunu görüyoruz. Halbuki kadın da erkek gibi toplumun bir üyesidir, diğer bütün alanlarda onun da çeşitli hakları, söyleyecek sözleri vardır ve olmalıdır. O halde neden kadını yok kabul ederek sosyal hayatımızı şekillendiriyoruz?
Sonuç
Netice itibariyle denilebilir ki İslâm, Allah'ın insanlığa göndermiş olduğu en son ve en büyük din olarak insanlığın hayrına olacak hiçbir şeyde insanların önüne bir engel olarak çıkarılmamalıdır. Zaten, İslâm'ın kendisi de bu şekilde alet olarak kullanılmak için gönderilmiş değildir. Başta, siyasîler, tüccarlar, sahte din adamları olmak üzere toplumun bütün kesimleri İslam’ın yüceliklerini anlamak ve hayatlarına uygulamak konusunda birbirleriyle yarış edebilirler. Fakat, İslam’ı kendi maddî, dünyevî, süflî çıkarları için kullanmaya hiç kimsenin hakkı yoktur.
Bu tür istismarların engellenebilmesinin yolu ise hiç şüphesiz doğru dinî bilginin halka aktarılmasıdır. Bu şekilde, dinden faydalanarak kendi siyasî, maddî, dünyevî çıkarları için İslâm'ı kullananların önüne geçilebilir. Zira dini istismar eden bütün zümreler halkın din konusundaki bilgisizliğinden istifade etmektedirler.
Doğru dini bilginin halka aktarılması gerekliliğinin bir başka yönü de halkın sapık ve bozuk inanç sistemleri karşısında kendi tedbirlerini alabilir bir hale koyulmasıdır. Bilindiği gibi bugün hıristiyanlık, misyonerleri vasıtasıyla dünyada tek din olabilme gayreti içerisindedir ve malesef bu tür misyonerlik faaliyetleri ülkemizde de üst derecede gerçekleşmektedir. Bu misyonerlerin dışında bir de uzaydan gelme olduğunu iddia eden ya da peygamber oldukları iddiasıyla ortaya çıkan sapık akımlar vardır ki, hepsinin karşısında mücadele edebilmek ancak ve sadece İslâm'ın orijinal haliyle insanlarımıza öğretilmesiyle mümkün olabilir.
Atatürk’ün dediği gibi: “Nasıl ki her konuda yüksek meslek ve uzmanlık sahipleri yetiştirmek lazımsa, dinimizin felsefî hakikatlerini inceleyecek, anlayacak, öğrenecek, ilim ve fennine sahip olacak, seçkin ve hakiki yüce alimleri yetiştirecek kurumlara sahip olmalıyız” (Arsan, II.90) Bu doğru din eğitiminin verileceği kurum ise ilahiyat fakülteleridir. Atatürk’ün çağdaş din eğitim kurumlarından beklentisi, dinimizin hakikatlerini olduğu gibi, çarpıtmadan, çağın gerçeklerine uyarlanarak aktarılmasıdır. Bugün ilahiyat fakülteleri Atatürk’ün bu hedefinin idraki içindedirler. Allah'ın yeryüzünde yaşanması için gönderdiği yüce dininin hakikatlerini insanlara öğretmek, onları hayra davet etmek, dinî ve dünyevî gerçekleri göstermek amacıyla çalışmaktadır. 


Yrd. Doç. Dr. Ali DUMAN
İ.Ü İLAHİYAT FAKÜLTESİ 
ÖĞRETİM ÜYESİ
 
 
  İÇİNDEKİLER
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
  YAZARLAR
 
YAZARLAR
Ali DUMAN
Yrd.Doç.Dr
Loadtr.Com

Ali ESGİN
Yrd.Doç.Dr

Derya EĞİLMEZ
Yazar

Cengiz DUMAN
Araştırmacı-Yazar
Loadtr.Com

Mehmet BAŞAR
Gazeteci-Yazar
Loadtr.Com

SÜRELİ YAYINLAR

EKLENENLER

İsrailoğulları kavramının oluşumu üzerine

 

İMAM EBU YUSUF, HAYATI, FIKIHÇILIĞI VE ESERLERİ

 

 

KUR'AN'DA ZİKREDİLEN MEYVELER

 

İSLAM TARİHİNDE SEÇİM USULÜ

 

evli çiftlerde cinsellik

 

NÜKLEER SANTRALLER VE ÇEVRE GÜVENLİĞİ

 

“AYNA” PROGRAMI İLE DÜNYA’YI DOLAŞMAK

 

Elmalılı'nın meali veya sahipsizliğin meali

 

KUR'AN'I KERİM'E GÖRE İNSAN DAVRANIŞLARI

 

  İSLAM İLMİHALİ
İSLAM İLMİHALİ KONULARI
Loadtr.Com
İSLAM İLMİHALİ
İLMİHAL NEDİR ?
GUSÜL VE GUSLÜ GEREKTİREN HALLER
GUSLÜN FARZLARI
GUSLÜN SÜNNETLERİ
GUSÜL ETMESİ FARZ OLANLARA HARAM VEYA MEKRUH OLAN ŞEYLER
Teyemmüm nedir ?
TEYEMMÜMÜ MUBAH KILAN VE KILMAYAN BAZI HALLER
İMAMLIK VE CEMAAT
Kasten kılınmamış namazların kazası olmaz
BAYRAM NAMAZI NASIL KILINIR
CENAZE NAMAZI NASIL KILINIR
MEKRÛH VAKİTLER
NAFİLE NAMAZLAR
Kadın'a Namaz kılmak İçin Getirilen Kolaylıklar
SEHİV (Yanılma) SECDELERİ İLE İLGİLİ MESELELER
TİLÂVET SECDESİ İLE İLGİLİ MESELELER
KİMLERE ZEKÂT VERİLİR, KİMLERE VERİLMEZ?
KİMLERE ZEKÂT VERİLİR, KİMLERE VERİLMEZ?
ZEKÂTA BAĞLI OLMAYAN MALLAR
ALTIN İLE GÜMÜŞÜN ZEKÂTI
HACCIN FARZ OLMASININ ŞARTLARI
HACCIN RÜKÜNLERİ
HAC VE UMRE İLE İLGİLİ YASAKLAR
Prof.Dr. Köse: Sigara hamilelere haram
Faiz gelirleriyle işlenen hayırın sevabı var mıdır?
İSLÂM'DA MUAŞERET (GÜZEL GEÇİNME) ÂDÂBI
OJE KULLANMANIN HÜKMÜ
DİNİMİZDE KURBAN İBADETİ
Çocuğa İsim Vermek
İMAMLIK VE CEMAAT
İSLAM DİNİNDE ARINMA İBADETİ OLARAK GUSÜL VE ABDEST
Fıtr Sadakası nedir, kimlere, nasıl ve ne zaman verilir?
Namaz'da cebi tek hamlede kapatın
Kurbanlık Hayvan Alımlarında Dikkat Edilecek Hususlar Nelerdir?
KURBAN KESİMİ NASIL YAPILMALIDIR?
KURBAN YÜZME VE PARÇALAMA İŞLEMLERİNDE NELER YAPILMALIDIR?
SAFA VE MERVE ARASINDA SA’Y ETMEK
RESİMLİ TEYEMMÜM TARİFİ
Çocuğa İsim Vermek
İSLAMİYET'E GÖRE ÂŞURA GÜNÜ VE AŞÛRA ORUCU
Âşûrâ günü ile ilgili bidatler
ÂŞÛRÂ GÜNÜ VE ÂŞÛRÂ ORUCUNUN MAHİYETİ
TEVRAT’A GÖRE AŞURA GÜNÜNÜN ÖNEMİ VE ÂŞURA ORUCU
  FIKIH İMAMLARI
FIKIH İMAMLARI
Ebu Hanife (İmam Azam)hayatı, eserleri ve fıkıhçılığı
İmam Şafi hayatı ve fıkıhçılığı
İmam Malik, Hayatı ve Fıkıhçılığı
İmam Ahmed b. Hanbel, Hayatı ve Fıkıhçılığı
İmam Cafer, Hayatı, Fıkıhçılığı
İmam Davud bin Ali Ez-Zahiri, Hayatı, Fıkıhçılığı
İmam Ebu Yusuf, Hayatı, Fıkıhçılığı
  KUR'AN KISSALARI
KUR’AN'I KERİM KISSALARI
RESULLER’İN TEBLİĞ MÜCADELESİNDE KAVİMLERİNİN DİRENİŞ PSİKOLOJİSİ
HZ.LUT VE HELAK OLAN KAVMİ
BURUÇ SURESİ IŞIĞINDA ASHAB-I UHDUD KISSASI
KUR’AN VE TEVRAT’A GÖRE; HZ. LUT KISSASI
HZ.SÜLEYMAN VE HÜKÜMDARLIĞI
HZ. YUNUS VE KAVMİNDEN KAÇIŞ
İSMAİL PEYGAMBER KISSASI IŞIĞINDA ÖĞÜT VE İBRETLER
HZ. HACER VE HİCRETLERİ
KURBAN HZ. İSMAİL Mİ HZ. İSHAK MI?
HZ. MUSA'NIN ALLAH İLE MÜKÂLEMESİ(KONUŞMASI)
ALİM KUL VE HZ. MUSA
HZ.HARUN VE YARDIMCI RESULLÜK
NANKÖR BİR TOPLUM ÖRNEĞİ:MEDYEN HALKI
HZ. YUSUF; ONBİR YILDIZ, AY VE GÜNEŞ
HZ.YAHYA VE ŞEHADETİ
AD KAVMİ VE HZ. HUD
YE'CÛC VE ME'CÛC
HZ. NUH VE TUFAN
SÂMİRÎ VE ALTIN BUZAĞISI NEZDİNDE ÖĞÜT VE İBRETLER KISSASI
KUR'AN'DA BAHÇE SAHİPLERİ KISSALARI
ZÜLKARNEYN KISSASI
PEYGAMBERLERDE HİCRET
SALİH PEYGAMBER VE SEMUD KAVMİ
İSMAİL PEYGAMBER KISSASI IŞIĞINDA ÖĞÜT VE İBRETLER
KISSALARDA MÜŞRİKLERİN VAHYE VE RESULE KARŞI ALDIKLARI TAVIRLAR
KUR’AN VE TEVRAT’A GÖRE HZ.İBRAHİM, HZ.İSMAİL VE HZ.HACER’İN MEKKE’YE HİCRETİ
HZ. İBRAHİM VE HZ. İSMAİL’İN KÂBE’Yİ İNŞÂ ETMESİ

Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol