Mecelle’de bir kural vardır: “Ezmanın teğayyürü ile ahkamın teğayyürü inkar olunamaz” şeklinde. Yani Zamanın değişmesiyle hükümlerin değişmesi inkar edilemez. Esasen yüzlerce yıllık İslâm fıkıh birikiminin ürünü olan bu kural, bugün üzerinde en fazla kafa yorulması gereken ilkelerden biri olarak görülmelidir.
İslâm Hukukunda Ahkamın Değişmesi adlı doktora tezinde Prof. Dr. Mehmet Erdoğan, bu kural üzerine yoğunlaşmış ve hukukta değişimin hem aklen hem de dinen zorunlu olduğunu söylemiştir. Çünkü ona göre hukukta değişime karşı çıkmak, hukukun tıkanmasına ve zamanla tamamen sosyal hayattan uzaklaşmasına yol açacaktır. Her ne kadar ilahi kökeni, İslâm’ın kemale ermiş ve kıyamete kadar geçerli olduğu, zaten bütüncül bir hukuk sitemi getirdiği, gayeci bir yöntemi esas aldığı gibi gerekçelerle fıkhın değişime ihtiyacı olmadığı şeklinde bazı tezler ileri sürülebilirse de, bu yaklaşım İslâm hukuku yani fıkıh için de aynen geçerlidir. Çünkü fıkhın temel kaynakları olan Kur’an ve Sünnet, onun değişime müsait olduğunu zaten açıkça ortaya koymaktadır.
Peki hükümlerin değişmesi ne demektir? Kur’an ve Sünnet’te açıkça belirlenmiş olan kuralların ortadan kaldırılarak, yerlerine çağa uygun olanların ikamesi mi? Elbette hayır. Öncelikle şunu tespit edelim: Kur’an ve Sünnet’in hükümlerle alakalı nassları sınırlıdır, fakat sosyal hayatın olayları sınırsızdır. Bu, meydana gelen yada gelebilecek olan her hadisenin hükmünün Kur’an ve Sünnette yer almayacağının kabulüdür. Hal böyle olunca, ortaya çıkan yeni meselelerin hükmünün araştırılması ve bir şekilde çözümlenmesi zarureti vardır. İşte bu noktada nakli deliller olan Kur’an ve Sünnet’in dışındaki akli deliller devreye girer, ki bunlar icma ve kıyastır. Herhangi bir konunun fıkhi üzerinde, içinde yaşanılan çağın fıkıh bilginlerinin fikir birliği etmesi demek olan icma; aynı zamanda hükmü araştırılan konu üzerinde insanların kafa yormaları demek olan içtihatı de içinde barındırır. Kıyas ise hem akli hem de nakli bir delil oalrak görülebilir. Zira o, yeni ortaya çıkmış bir meselenin hükmünü verebilmek için, kitap ve sünnette yer alan, o konuya benzer bir başka meselenin hükmünü, aralarında ortak bağl sebebiyle, yeni meseleye vermek demektir.
Bu kısa teknik bilgiden sonra, hükümlerin zamanla değişmesi konusunda akılda kalıcı birkaç örnek vermek yerinde olacaktır. Fakat örneklerden önce bir hususu daha aydınlatmakta fayda vardır. Kur’an ve Sünnette yer alan hükümlerin belirli maksatlarının olduğunun kabulü ilkesi, buna mekasıd denir. Mekasıd, dinin, aklın, neslin, malın ve canın korunması şeklinde zorunlu maksatlar çerçevesinde geniş bir yelpazeyi oluşturur. Mekasıda göre hareket etmek ve hükümleri anlamak dinen bir zorunluluk olarak görülebilir. Örneklerle konu daha iyi anlaşılabilir.
Hz. Ömer’in halifeliği zamanında, Halife Ömer, Kur’an’da, Müslüman olmadıkları halde, kalpleri dine ısındırılanlar (müellefe-i kulub) için takdir edilen zekat payını vermemiştir. İlk bakışta Hz. Ömer’in Kur’an’a aykırı hüküm vererek hareket ettiği görülmesine rağmen, mekasıd açısından meseleye yaklaştığımızda, Hz. Ömer’in tutumunun doğru olduğunu görürüz. Kur’an’da müellefe-i kuluba zekattan pay verilmesinin emredilmesi, zaten yeni yapılanmakta olan Müslüman toplumuna zarar vermesi muhtemel bir kesimin zararının def eidlmesi amacına yöneliktir. Halbuki Hz. Ömer zamanında bu tehlike ortadan kalkmış, Müslüman tam teşekküllü olarak örgütlenmişler ve güçlenmişlerdir. Dolayısıyla müellefe-i kuluba zekattan pay verilmesini gerektirecek herhangi bir durum söz konusu değildir.
Bir diğer örnek te Hz. Ömer’in açlık senesinde, hırsızlardan haddi düşürmesidir. Kur’an’da hırsızlık yapanın cezası sabit olmasına rağmen, Halife Ömer bu cezayı uygulamamıştır. Bu mesele de ilk bakışta Kur’an’a aykırı bir durum gibi gözükmesine rağmen; Kur’an’da hırsızlığın meslek edinilmesini engellemek ve toplumsal faydayı (kamu yararını) gözetmek esaslarına dayalı olarak hırsızlığın cezası belirlenmiştir. Aynı kamu yararı, toplumda kıtlığın başgösterdiği dönemde bu cezanın uygulanmamasını gerektirdiği için Hz. Ömer bu tür bir uygulamayı seçmiştir.
Demek ki Kur’an ve sünnette yer alan hükümler belli amaçlara yöneliktir. O halde karşılaşılan herhangi bir meselede yapılması gereken araştırmalardan biri bu amaçların tespiti ve bu amaçları gerçekleştirebilecek olan uygulamaların tercihidir.
Yrd. Doç. Dr. Ali DUMAN
İ.Ü İLAHİYAT FAKÜLTESİ
ÖĞRETİM ÜYESİ