Kardeşler Giyim  
 
  İSLAM HUKUKUNDA DEVLET ALEYHİNE CÜRÜMLER 20.04.2024 02:14 (UTC)
   
 
 

İSLAM HUKUKUNDA DEVLET ALEYHİNE CÜRÜMLER

 

 

 


 

Günümüzde yasa dışı siyasal katılmanın, yasal siyasal katılma imkanından mahrum bulunanların, ya da bu imkan olsa bile, faaliyetleri meşru olmayanların yönetim hakkında sahip olduklarını görüşlerini dile getirme biçimleri olarak kabul edildiği yukarıda geçmişti. İslâm hukuku literatüründe de varlığı kabul edilebilecek olan bu tür siyasal katılma biçimi için genellikle bağy ve fitne kavramları kullanılmakla beraber, İslâm dininden çıkarak İslâm toplumuna karşı harekete girişme ihtimali ortaya çıkan kimseler ve hareketleri için de ridde terimi kullanılmaktadır. Şimdi bu suçları ve bu suçlara verilen cezaları inceleyelim:

Bağy sözlükte talep ve kazanma, cevr ve zulüm gibi yapılması helal olmayan bir şeyi isteme manalarına gelmektedir. Fıkıh ıstılahında bağy yöneticinin, yönetiminden duyulan rahatsızlıklardan hareket ederek, kendi doğru olduğuna inandıkları düşünceleri doğrultusunda, itaatten ayrılmak ve aynı görüşü taşıyan diğer kişilerle birlikte devlete isyan etmek şeklinde değerlendirilmektedir. Yani devletin meşru yöneticisine karşı, kendilerine göre doğru olan bir düşünceden hareketle, aynı görüşü paylaşanlarla bir birlik oluşturarak, fakat yöneticinin idaresi altındaki diğer zümreleri, canlarını, mallarını, ırzlarını hedef almaksızın, mevcut yönetimin yerine yenisi kurmak amacıyla girişilen fiiller İslâm hukukçularına göre bağy olmaktadır.

Tanımından da anlaşılacağı üzere bağy siyasal bir kavramdır. Nitekim gerek Şafiîler, gerek Malikîler ve gerekse Hanefîler kavramı doğrudan siyasal alana ait olarak ele almakta ve bu şekilde değerlendirmektedirler.

Üçüncü halife Hz. Osman döneminin sonlarında, onun, hilafetin gereklerini yapamadığı ve bu işi bırakması gerektiği kanaatine sahip Kûfe ve Basra halklarının isyanının, fıkıhçıların bağy tarifindeki unsurları taşımakta olduğu söylenebilir. Bu olaydaki temel unsurları incelediğimizde isyancıların, meşru halifeye karşı, diğer Müslüman topluluğa zarar vermek amacını taşımaksızın, onun görevlerini yerine getiremediği gerekçesiyle, bir kuvvet birliği oluşturarak isyanı gerçekleştirdiklerini görmekteyiz.

Aynı şekilde Mu`aviye’nin Halife Hz. Ali’ye karşı giriştiği hareket de bir bağy olarak değerlendirilebilir. O da şehit edilen Hz. Osman’ın kanını talep etmek konumunu elde etmesinden sonra, halifeye karşı mücadeleye girişmiş ve kendi düşüncesi doğrultusunda etrafında insanlar toplayarak devlete isyan etmiştir. Her ne kadar olayların gelişimi sonucunda iki Müslüman topluluk karşı karşıya gelmiş ve savaşmışlarsa da bu olay da, öncekinde olduğu gibi, meşru yöneticiye karşı, doğru olduğuna inandıkları kendi düşünceleri doğrultusunda, onun görevini yapamadığı gerekçesiyle yapılmış bir isyan hareketi olarak değerlendirilebilir.

Bağy konusunda İslâm tarihinde meydana gelmiş olaylar içinde en önemlilerinden biri de hiç şüphesiz sonradan havâric olarak isimlendirilen topluluğun çıkışıdır. Bu topluluk, Hz. Ali ile Mu`aviye toplulukları arasında cereyan eden Sıffîn savaşının sonunda anlaşmazlığın hakem kararıyla çözümlenmesi konusu gündeme geldikten sonra, Allah’tan başka kimsenin hüküm sahibi olamayacağı, dolayısıyla halife ile karşı tarafta yer alan grubun hakeme müracaatla meseleyi halletmeye çalışmalarının dinden çıkma olduğu düşüncesiyle, önceden Hz. Ali saflarında savaşırken ondan ayrılanlardır. Görüldüğü gibi hariciler de kendilerine göre doğru olan düşünceleri doğrultusunda, önceden emri altında savaştıkları halifeye karşı tavır almışlar ve itaatten ayrılmışlardır.

Örnekleri daha da çoğaltmak mümkün olmakla beraber bu örneklerin de bağy konusunda yeterince aydınlatıcı olduğu görülmektedir. Bağy’in, bir çeşit iç savaş, devletin yöneticilerine ve halkına karşı saldırı şeklinde değerlendirilmesi de mümkündür. Siyasî fikir hürriyeti açısından ele alındığında, her ne kadar siyasî fikir hürriyeti kavramı kanaatlerin ifade edilmesinin yanında, gereğine göre davranılabilmesini de içermesine rağmen, bağy’in siyasî fikir hürriyetine konu edilemeyeceği söylenebilir. Zira, siyasî fikir hürriyetinin sınırlarından da hatırlanacağı üzere devlete isyan hürriyet konusu olamamaktadır.

Kısaca İslâm dininden çıkmak şeklinde tanımlanabilecek olan ridde kavramı, aslında siyasal bir kavram olmamasına karşın, fukahânın dinden çıkmayı öldürülme sebebi olarak görmelerinden dolayı siyasal nitelik kazanmıştır. Bunun başlıca sebepleri arasında İslâm’dan çıkan kimsenin, dinini değiştirmekle kalmayacağı, aynı zamanda İslâm'a mensup olan şahıs ve devletlere de düşmanlık yapacağı düşüncesi olabilir. Nitekim Serahsî mürted’in müşrik hükmünde olduğu söylemektedir ki bu konudaki delili, mürtedlerle ilgili olduğu söylenilen, Fetih suresi 16 .ayette yer alan “ya da Müslüman olurlar” (FETİH (48), 16) ibaresi ile “kim dinin değiştirirse onu öldürün” (BUHÂRÎ, cihad, 149; EBÛ DAVUD, hudûd, 32) hadisidir. O, bu delillerden hareketle mürtedin, müşrik Araplar derecesinde olduğunu, dolayısıyla müşrikte olduğu gibi mürtedden de ya İslâm ve kılıç seçeneklerinden birisini tercih etmesi isteneceğini ileri sürmektedir.

İmam Şâfiî de ehl-i ridde’nin iki çeşit olduğunu bunlardan birincisinin Tuleyha, Müseyleme, Ansî gibi İslâm’ı kabulden sonra küfre dönenlerden, ikincisinin de İslâm’ı reddetmedikleri halde dinin asıllarından olan şeyleri yapmayı reddedenlerden meydana geldiğini belirtmekte ve birinci gurubun İslâm’dan çıkarak kafir olduklarını, ikincisinin de müşrik sınıfından sayılacağını bildirmektedir.

Görüldüğü gibi Şafiî ve Hanefîler ehl-i ridde’nin, dinden çıkmakla müşrik konumunu elde edeceği konusunda müttefiktir. Mürted’in müşrik konumunda değerlendirilmesi ise İslâm’ı din olarak seçmediği taktirde ölümü kabul etmesi şeklinde değerlendirilebilir. Çünkü fukahânın mürted’in, müşrik hükmünde olduğunu ileri sürmelerinin temel sebebi kanaatimizce, onun da müşrik gibi kendisine din tebliğ edildikten sonra bunu kabul etmediği taktirde öldürülmeyi hak etmesi sonucuna yol açmaktadır. Mürted verilecek ceza konusunda Kur’an-ı Kerîm’de herhangi bir bilgi bulunmasa da, ..” içinizden kim dininden döner ve kafir olarak ölürse işte bunların bütün yaptıkları dünyada da ahirette de boşa gider. Bunlar cehennemliktirler ve orada kalıcıdırlar” (BAKARA, (2), 218), “Gökleri ve yeri yarattığı günde Allah'ın yazısına göre Allah katında ayların sayısı on iki olup, bunlardan dördü haram aylardır. İşte bu doğru hesaptır. O aylar içinde (Allah'ın koyduğu yasağı çiğneyerek) kendinize zulmetmeyin ve müşrikler nasıl sizinle topyekün savaşıyorlarsa siz de onlara karşı topyekün savaşın ve bilin ki Allah (kötülükten) sakınanlarla beraberdir” (TEVBE (9), 36) ve “Haram aylar çıkınca müşrikleri bulduğunuz yerde öldürün; onları yakalayın, onları hapsedin ve onları her gözetleme yerinde oturup bekleyin. Eğer tövbe eder, namazı dosdoğru kılar, zekâtı da verirlerse artık yollarını serbest bırakın. Allah yarlığayan, esirgeyendir” (TEVBE (9), 5) ayetlerinde de görüldüğü gibi müşriklere yapılacak muamele bellidir. Ayrıca “kim dinin değiştirirse onu öldürün” (BUHÂRÎ, cihad, 149; EBÛ DAVUD, hudûd, 32) hadisi de bu konuda fukahânın bir başka delili olmaktadır. Bundan başka fukahâ Hz. Ebu Bekr döneminde cereyan eden gerek Müseylemetü’l-Kezzâb olayı, gerekse zekat vermekten kaçınanlarla ilgili hadiseleri de delil olarak kullanmaktadırlar. Hz. Ebu Bekr’in riddet eden yerlerin halkına ve onların üzerine göndermiş olduğu kumandanlara yazdığı mektupta, dinden dönen bazılarının haberini aldığını ve onları dine davet etmek üzere bazı kumandanlar gönderdiğini, şayet kumandanların davetini kabul ederlerse canlarının bağışlanacağını, kabul etmezlerse öldürüleceklerini bildirmektedir. Devamında kumandanlara hitaben de kimseyi öldürmeden önce herkesi dine davet etmelerini, şayet kabul etmeyen olursa onları öldürmelerini emretmektedir.

Bilindiği gibi Hz. Peygamber’in vefatının hemen ardından bazı kabileler çeşitli gerekçelerle dinden çıktıklarını ilan etmişler, Hz. Ebu Bekr de irtidat eden bu kabilelerle savaşmaya karar kılmıştı. Sahabe arasında onun bu kararı uzun müddet tartışıldıktan sonra onun dediğinin yapılması kararlaştırılmıştı. Sahabeyle birlikte aldığı kararı uygulamaya koyan Hz. Ebu Bekr bu mektubuyla dinden dönenlerin öncelikle dine davet edilmesini, kabul etmezler, karşı çıkarlarsa kendileriyle savaşılmasını emretmiştir.

Genel manada ele alındığında herhangi bir dine mensup olmanın, bir inanç meselesi olarak görülmesine rağmen, aslında bir düşünme faaliyeti olduğu da söylenebilir. Zira herhangi bir konuda belli bir kanaate ulaşmak ve onu benimsemek, benimsediğine inanmak tamamen düşünce dünyasında cereyan eden hadiselerdir ve bu, din alanı içinde aynen geçerli kabul edilebilir. Bu durumda bir dinî kabul ederek, benimsemek ve ona inanmak ne kadar doğal ise, aynı şekilde kabul etmemek ve inanmamak da o kadar doğal olmalıdır.

Fukahânın mürtedin öldürülmesi konusundaki düşüncelerinin sünnetten dayanakları olan dininden dönenin öldürülmesi yolundaki hadisin ise genel bir ilke olduğunu düşünmüyoruz. Zira, gerek Kur’an-ı Kerîm, gerekse Hz. Peygamber’in bilfiil sünnetinde varit olan pek çok delil, insan hayatının kutsiyetine ve İslâm’ı din olarak seçme konusunda insanların muhayyerliğine işaret etmektedir. Oysa bu hadis bu ilkelerle çelişiyor görünmektedir. Bu sebeple hadisin münferit bir olaya bağlı olarak ortaya çıkması muhtemeldir. Nitekim hadisin sebeb-i vüruduna bakıldığında Müslüman olduklarını söyleyen fakat çeşitli hastalıkları olan bir topluluğa, Hz. Peygamber’in iyileşmeleri için çeşitli imkanlar hazırlamasından sonra, bunların iyileşerek irtidat etmeleri olduğu görülmektedir. Buna göre hadisin bu olayla ilgili olduğu söylenebilir.

Öte yandan bu hadisle ilgili olarak, Hz. Peygamber’in imamet tasarrufunun bir ürünü olabileceği de söylenebilir. İslâm'ın yeni yayılmakta olan bir din olduğu ve farklı guruplarla savaş halinde bulunduğu gibi zamanın şartları göz önüne alındığında, bu şekilde dinden dönenlerin de diğer savaşılan guruplar arasında mütalaa edilmesi ve öldürülmelerini emredilmesi mahzurlu sayılamaz. Ayrıca Hz. Ebu Bekr’in uygulamalarında irtidât edenlerle savaşması için aynı şekilde devlet başkanının zamanın gereklerine göre hareket etmiş olabileceği söylenebileceği gibi, zekat vermemek şeklinde dinden çıkmayı tercih edenlerin devlete itaatsizlik ettikleri gerekçesiyle cezalandırılmaları da söz konusu edilebilir. Bundan başka riddenin daha çok, Hz. Peygamber zamanında onun iktidarı karşısında sessiz kalmayı tercih eden ve fakat tam olarak iman etmeyen kavimlerde söz konusu olduğu, bunların peygamber hayattayken gizli gizli muhalefet etmelerine rağmen, ona karşı çıkamamış olan, fakat onun ölümünü fırsat bilerek, peygamberden sonraki siyasî otoriteyi tanımayan kabilelerden meydana geldiği de göz önünde tutulursa, siyasal boyutları da bulunduğu görülebilir.

Siyasî fikir hürriyeti açısından yaklaşıldığında, her ne kadar herhangi bir dine mensup olmak, ya da bir dinden başka bir dine girmek siyasal nitelikli algılanamayacak bir hadise olarak değerlendirilebilirse de, özellikle ilk dönem İslâm toplumunun siyasal yapılanması dikkate alındığında ridde’nin de siyasal bir boyut taşıdığı söylenilebilir. Zira, peygamberin getirdiği mesajın içeriği, içerisinde bulunduğu toplum ve daha sonraki zamanlarda müşrikler tarafından siyasal nitelik algılanmış olduğu için, dinden dönenin de ister istemez bu yapılanma içerisinde rol alabileceği görülmektedir. İslâm hukuku açısından dinden çıkma, aynı zamanda devlete isyan etme ve hatta devletin ve milletin bütünlüğüne saldırma gibi neticelere yol açabilir. Bu nedenle riddenin fukahâ tarafından basit bir fikir değiştirme olayı olarak değil, aynı zamanda toplumsal ve siyasal bir suç olarak değerlendirilmiş olması ve bu değerlendirmenin gereğine göre dinden dönene hayat hakkı tanınmamış olması zamanın şartları çerçevesinde doğal karşılanmalıdır.

Yol kesicilik (kat`u't-tarik) İslam Hukukunda ağır cürümlerden kabul edilmektedir. Hırsızlık bahsinde de geçtiği üzere yol kesicilik Sirkatü'l-Kübra (büyük hırsızlık) olarak değerlendirilmektedir. Kat`u't-Tarik suçunun cezasının beyan olunduğu Maide Suresinin 33. ayetinde geçtiği üzere yol kesicilik "Allah ve Resulüne savaş açmak" olarak tanımlanmaktadır. Çünkü seferde olanlar Allah'ın emanı altındadır ve yol kesiciler Allah'ın emanı altında olan kimselere saldırmaktadırlar, bu nedenle onlar Allah'a savaş açmış gibidirler. İslam Hukukunda bu derece büyük bir suç olarak kabul edilen yol kesiciliğin tarifini genel olarak fakihler şu şekilde vermektedirler : "İslam Devleti sınırları içerisinde yaşayan, Müslüman ya da zımmilerden olan kimselerin yine Müslüman ya da zımmilerden olan kimselerin yollarını keserek mal, para, eşya yahut canlarına kastetmesine Kat`u't-Tarik denilir."

Yol kesme , alenen suç işleme, insanları korkutma, mallarını zor kuvvet yoluyla almak ve böylece yol emniyetini ihlal ederek ortadan kaldırmaktır. Huzur ve güvenlik içerisinde seyahat etmekte olan insanların huzurunu bozarak, onları can ve mal endişesiyle yollarda seyahat etmeye zorlamaktır. Bu şekilde topluma zarar veren bir davranış olan kat`u't-tarik'in cezası da elbette o derece büyük olmalıdır.

Allah Teala, Kur'ân-ı Kerîm’de yol kesiciliğin yasaklığı hakkındaki hükmü ve bu suçun cezasını şu şekilde beyan etmektedir :

"Allah ve Resulüne (mü'minlere) Harp açanların yeryüzünde (yol kesmek suretiyle) fesatçılığa koşanların cezası, ancak, öldürülmeleri, ya asılmaları yahut (sağ) elleriyle (sol) ayaklarının çaprazvari kesilmesi, yahut da (bulundukları) yerden sürülmeleridir. (Maide, 5/33)"

Ayet-i Kerimeden de anlaşıldığı üzere, kat`u't-tarik suçunun cezası dört şekilde takdir olunmuştur; öldürülmek, asılmak, sağ elleriyle sol ayaklarının kesilmesi ve bulundukları beldeden sürülmek. Hakim, yol kesme suçunu işleyen kimselere bu cezalardan birini verecektir. Ancak bu suçu işleyenlere bu dört cezadan birini verirken işlediği suçun, suç oranını göz önünde bulundurur. Şöyle ki; Kutta`u't-tarik (yol kesiciler) yol keserken, yolunu kestiği kimseleri öldürmüş ve mallarını almışsa sağ elleri ve sol ayakları çaprazvari kesilip asılırlar. Mal almadan, sadece yolcuları öldürmüşse öldürülürler. Yol kesiciler, adam öldürmez, fakat mal alırlarsa sağ elleri ve sol ayakları çaprazlamasına kesilir. Mal almaz, adam öldürmez, sadece yol keserek insanları kor-kuturlarsa sürgün edilirler. Sürgünden maksat, suçluyu memleketi dışında bir yerde hapsetmektir.

Kat`u't-Tarikden dolayı icâp eden hadd-i şer`i affedilemez, bu suçta sulh ve ibra da caiz olmaz. Yol kesme devletin emniyet ve asayişini ağır şekilde ihlal etmek demektir, dolayısıyla bu suçta hakkullah vardır. Ayrıca bu tür suçların affedilmesi, verilen cezaların caydırıcılığını ortadan kaldırıp, aynı suçu işlemek niyetinde olanları teşvik etmek anlamına gelir. Yol kesenler ister bir ya da daha fazla kişi olsun yaptıklarına karşılık hepsi aynı cezayı alır, af olmadığı gibi cezada hafifletme de söz konusu değildir. Adam öldürüp, mal alırlarsa hepsi birden sağ elleri ve sol ayakları kesilerek, canlı olarak, asılırlar, hatta İmam Muhammed'e göre asıldıktan sonra karınları deşilerek üç gün asılı bekletilirler. Mal almaz adam öldürürseler hepsi birden öldürülürler, adam öldürmez, mal alırlarsa sadece sağ el ve sol ayakları kesilir, adam öldürmez ve mal da almazlar, sadece insanları korkuturlarsa, bulundukları beldeden başka bir yerde hapis olunurlar, gerçek anlamda tövbe edinceye kadar bu hapis devam eder. İbn Rüşd'ün belirttiğine göre ise, hakim yol kesiciler adam öldürmüş olsun olmasın, mal almış olsun olmasın, bu cezalardan dilediği herhangi bir veya birkaçını verebilir.


Yrd. Doç. Dr. Ali DUMAN
İ.Ü İLAHİYAT FAKÜLTESİ 
ÖĞRETİM ÜYESİ

 
  İÇİNDEKİLER
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
  YAZARLAR
 
YAZARLAR
Ali DUMAN
Yrd.Doç.Dr
Loadtr.Com

Ali ESGİN
Yrd.Doç.Dr

Derya EĞİLMEZ
Yazar

Cengiz DUMAN
Araştırmacı-Yazar
Loadtr.Com

Mehmet BAŞAR
Gazeteci-Yazar
Loadtr.Com

SÜRELİ YAYINLAR

EKLENENLER

İsrailoğulları kavramının oluşumu üzerine

 

İMAM EBU YUSUF, HAYATI, FIKIHÇILIĞI VE ESERLERİ

 

 

KUR'AN'DA ZİKREDİLEN MEYVELER

 

İSLAM TARİHİNDE SEÇİM USULÜ

 

evli çiftlerde cinsellik

 

NÜKLEER SANTRALLER VE ÇEVRE GÜVENLİĞİ

 

“AYNA” PROGRAMI İLE DÜNYA’YI DOLAŞMAK

 

Elmalılı'nın meali veya sahipsizliğin meali

 

KUR'AN'I KERİM'E GÖRE İNSAN DAVRANIŞLARI

 

  İSLAM İLMİHALİ
İSLAM İLMİHALİ KONULARI
Loadtr.Com
İSLAM İLMİHALİ
İLMİHAL NEDİR ?
GUSÜL VE GUSLÜ GEREKTİREN HALLER
GUSLÜN FARZLARI
GUSLÜN SÜNNETLERİ
GUSÜL ETMESİ FARZ OLANLARA HARAM VEYA MEKRUH OLAN ŞEYLER
Teyemmüm nedir ?
TEYEMMÜMÜ MUBAH KILAN VE KILMAYAN BAZI HALLER
İMAMLIK VE CEMAAT
Kasten kılınmamış namazların kazası olmaz
BAYRAM NAMAZI NASIL KILINIR
CENAZE NAMAZI NASIL KILINIR
MEKRÛH VAKİTLER
NAFİLE NAMAZLAR
Kadın'a Namaz kılmak İçin Getirilen Kolaylıklar
SEHİV (Yanılma) SECDELERİ İLE İLGİLİ MESELELER
TİLÂVET SECDESİ İLE İLGİLİ MESELELER
KİMLERE ZEKÂT VERİLİR, KİMLERE VERİLMEZ?
KİMLERE ZEKÂT VERİLİR, KİMLERE VERİLMEZ?
ZEKÂTA BAĞLI OLMAYAN MALLAR
ALTIN İLE GÜMÜŞÜN ZEKÂTI
HACCIN FARZ OLMASININ ŞARTLARI
HACCIN RÜKÜNLERİ
HAC VE UMRE İLE İLGİLİ YASAKLAR
Prof.Dr. Köse: Sigara hamilelere haram
Faiz gelirleriyle işlenen hayırın sevabı var mıdır?
İSLÂM'DA MUAŞERET (GÜZEL GEÇİNME) ÂDÂBI
OJE KULLANMANIN HÜKMÜ
DİNİMİZDE KURBAN İBADETİ
Çocuğa İsim Vermek
İMAMLIK VE CEMAAT
İSLAM DİNİNDE ARINMA İBADETİ OLARAK GUSÜL VE ABDEST
Fıtr Sadakası nedir, kimlere, nasıl ve ne zaman verilir?
Namaz'da cebi tek hamlede kapatın
Kurbanlık Hayvan Alımlarında Dikkat Edilecek Hususlar Nelerdir?
KURBAN KESİMİ NASIL YAPILMALIDIR?
KURBAN YÜZME VE PARÇALAMA İŞLEMLERİNDE NELER YAPILMALIDIR?
SAFA VE MERVE ARASINDA SA’Y ETMEK
RESİMLİ TEYEMMÜM TARİFİ
Çocuğa İsim Vermek
İSLAMİYET'E GÖRE ÂŞURA GÜNÜ VE AŞÛRA ORUCU
Âşûrâ günü ile ilgili bidatler
ÂŞÛRÂ GÜNÜ VE ÂŞÛRÂ ORUCUNUN MAHİYETİ
TEVRAT’A GÖRE AŞURA GÜNÜNÜN ÖNEMİ VE ÂŞURA ORUCU
  FIKIH İMAMLARI
FIKIH İMAMLARI
Ebu Hanife (İmam Azam)hayatı, eserleri ve fıkıhçılığı
İmam Şafi hayatı ve fıkıhçılığı
İmam Malik, Hayatı ve Fıkıhçılığı
İmam Ahmed b. Hanbel, Hayatı ve Fıkıhçılığı
İmam Cafer, Hayatı, Fıkıhçılığı
İmam Davud bin Ali Ez-Zahiri, Hayatı, Fıkıhçılığı
İmam Ebu Yusuf, Hayatı, Fıkıhçılığı
  KUR'AN KISSALARI
KUR’AN'I KERİM KISSALARI
RESULLER’İN TEBLİĞ MÜCADELESİNDE KAVİMLERİNİN DİRENİŞ PSİKOLOJİSİ
HZ.LUT VE HELAK OLAN KAVMİ
BURUÇ SURESİ IŞIĞINDA ASHAB-I UHDUD KISSASI
KUR’AN VE TEVRAT’A GÖRE; HZ. LUT KISSASI
HZ.SÜLEYMAN VE HÜKÜMDARLIĞI
HZ. YUNUS VE KAVMİNDEN KAÇIŞ
İSMAİL PEYGAMBER KISSASI IŞIĞINDA ÖĞÜT VE İBRETLER
HZ. HACER VE HİCRETLERİ
KURBAN HZ. İSMAİL Mİ HZ. İSHAK MI?
HZ. MUSA'NIN ALLAH İLE MÜKÂLEMESİ(KONUŞMASI)
ALİM KUL VE HZ. MUSA
HZ.HARUN VE YARDIMCI RESULLÜK
NANKÖR BİR TOPLUM ÖRNEĞİ:MEDYEN HALKI
HZ. YUSUF; ONBİR YILDIZ, AY VE GÜNEŞ
HZ.YAHYA VE ŞEHADETİ
AD KAVMİ VE HZ. HUD
YE'CÛC VE ME'CÛC
HZ. NUH VE TUFAN
SÂMİRÎ VE ALTIN BUZAĞISI NEZDİNDE ÖĞÜT VE İBRETLER KISSASI
KUR'AN'DA BAHÇE SAHİPLERİ KISSALARI
ZÜLKARNEYN KISSASI
PEYGAMBERLERDE HİCRET
SALİH PEYGAMBER VE SEMUD KAVMİ
İSMAİL PEYGAMBER KISSASI IŞIĞINDA ÖĞÜT VE İBRETLER
KISSALARDA MÜŞRİKLERİN VAHYE VE RESULE KARŞI ALDIKLARI TAVIRLAR
KUR’AN VE TEVRAT’A GÖRE HZ.İBRAHİM, HZ.İSMAİL VE HZ.HACER’İN MEKKE’YE HİCRETİ
HZ. İBRAHİM VE HZ. İSMAİL’İN KÂBE’Yİ İNŞÂ ETMESİ

Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol