|
|
|
|
|
|
|
|
İslâm Hukukunda Dinden Dönme (Ridde / İrtidat)
Kısaca İslâm dininden çıkmak şeklinde tanımlanabilecek olan ridde kavramı, aslında siyasal bir kavram olmamasına karşın, fukahânın dinden çıkmayı öldürülme sebebi olarak görmelerinden dolayı siyasal nitelik kazanmıştır. Bunun başlıca sebepleri arasında İslâm'dan çıkan kimsenin, dinini değiştirmekle kalmayacağı, aynı zamanda İslâm'a mensup olan şahıs ve devletlere de düşmanlık yapacağı düşüncesi olabilir. Nitekim Serahsî mürted'in müşrik hükmünde olduğu söylemektedir ki bu konudaki delili, mürtedlerle ilgili olduğu söylenilen, Fetih suresi 16. ayette yer alan "ya da Müslüman olurlar" (Fetih, 48/169 ibaresi ile "kim dinin değiştirirse onu öldürün" (BUHÂRÎ, cihad, 149; EBÛ DAVUD, hudûd, 32) hadisidir. O, bu delillerden hareketle mürtedin, müşrik Araplar derecesinde olduğunu, dolayısıyla müşrikte olduğu gibi mürtedden de ya İslâm ve kılıç seçeneklerinden birisini tercih etmesi isteneceğini ileri sürmektedir.
İmam Şâfiî de ehl-i ridde'nin iki çeşit olduğunu bunlardan birincisinin Tuleyha, Müseyleme, Ansî gibi İslâm'ı kabulden sonra küfre dönenlerden, ikincisinin de İslâm'ı reddetmedikleri halde dinin asıllarından olan şeyleri yapmayı reddedenlerden meydana geldiğini belirtmekte ve birinci gurubun İslâm'dan çıkarak kafir olduklarını, ikincisinin de müşrik sınıfından sayılacağını bildirmektedir.
Görüldüğü gibi Şafiî ve Hanefîler ehl-i ridde'nin, dinden çıkmakla müşrik konumunu elde edeceği konusunda müttefiktir. Mürted'in müşrik konumunda değerlendirilmesi ise İslâm'ı din olarak seçmediği taktirde ölümü kabul etmesi şeklinde değerlendirilebilir. Çünkü fukahânın mürted'in, müşrik hükmünde olduğunu ileri sürmelerinin temel sebebi kanaatimizce, onun da müşrik gibi kendisine din tebliğ edildikten sonra bunu kabul etmediği taktirde öldürülmeyi hak etmesi sonucuna yol açmaktadır. Mürted verilecek ceza konusunda Kur'an-ı Kerîm'de herhangi bir bilgi bulunmasa da, .." içinizden kim dininden döner ve kafir olarak ölürse işte bunların bütün yaptıkları dünyada da ahirette de boşa gider. Bunlar cehennemliktirler ve orada kalıcıdırlar" (Bakara, 2/218), "Gökleri ve yeri yarattığı günde Allah'ın yazısına göre Allah katında ayların sayısı on iki olup, bunlardan dördü haram aylardır. İşte bu doğru hesaptır. O aylar içinde (Allah'ın koyduğu yasağı çiğneyerek) kendinize zulmetmeyin ve müşrikler nasıl sizinle topyekün savaşıyorlarsa siz de onlara karşı topyekün savaşın ve bilin ki Allah (kötülükten) sakınanlarla beraberdir" (Tevbe, 9/36) ve "Haram aylar çıkınca müşrikleri bulduğunuz yerde öldürün; onları yakalayın, onları hapsedin ve onları her gözetleme yerinde oturup bekleyin. Eğer tövbe eder, namazı dosdoğru kılar, zekâtı da verirlerse artık yollarını serbest bırakın. Allah yarlığayan, esirgeyendir" (Tevbe, 9/5) ayetlerinde de görüldüğü gibi müşriklere yapılacak muamele bellidir. Ayrıca "kim dinin değiştirirse onu öldürün" (BUHÂRÎ, cihad, 149; EBÛ DAVUD, hudûd, 32) hadisi de bu konuda fukahânın bir başka delili olmaktadır. Bundan başka fukahâ Hz. Ebu Bekr döneminde cereyan eden gerek Müseylemetü'l-Kezzâb olayı, gerekse zekat vermekten kaçınanlarla ilgili hadiseleri de delil olarak kullanmaktadırlar. Hz. Ebu Bekr'in riddet eden yerlerin halkına ve onların üzerine göndermiş olduğu kumandanlara yazdığı mektupta, dinden dönen bazılarının haberini aldığını ve onları dine davet etmek üzere bazı kumandanlar gönderdiğini, şayet kumandanların davetini kabul ederlerse canlarının bağışlanacağını, kabul etmezlerse öldürüleceklerini bildirmektedir. Devamında kumandanlara hitaben de kimseyi öldürmeden önce herkesi dine davet etmelerini, şayet kabul etmeyen olursa onları öldürmelerini emretmektedir.
Bilindiği gibi Hz. Peygamber'in vefatının hemen ardından bazı kabileler çeşitli gerekçelerle dinden çıktıklarını ilan etmişler, Hz. Ebu Bekr de irtidat eden bu kabilelerle savaşmaya karar kılmıştı. Sahabe arasında onun bu kararı uzun müddet tartışıldıktan sonra onun dediğinin yapılması kararlaştırılmıştı. Sahabeyle birlikte aldığı kararı uygulamaya koyan Hz. Ebu Bekr bu mektubuyla dinden dönenlerin öncelikle dine davet edilmesini, kabul etmezler, karşı çıkarlarsa kendileriyle savaşılmasını emretmiştir.
Genel manada ele alındığında herhangi bir dine mensup olmanın, bir inanç meselesi olarak görülmesine rağmen, aslında bir düşünme faaliyeti olduğu da söylenebilir. Zira herhangi bir konuda belli bir kanaate ulaşmak ve onu benimsemek, benimsediğine inanmak tamamen düşünce dünyasında cereyan eden hadiselerdir ve bu, din alanı içinde aynen geçerli kabul edilebilir. Bu durumda bir dinî kabul ederek, benimsemek ve ona inanmak ne kadar doğal ise, aynı şekilde kabul etmemek ve inanmamak da o kadar doğal olmalıdır.
Fukahânın mürtedin öldürülmesi konusundaki düşüncelerinin sünnetten dayanakları olan dininden dönenin öldürülmesi yolundaki hadisin ise genel bir ilke olduğunu düşünmüyoruz. Zira, gerek Kur'an-ı Kerîm, gerekse Hz. Peygamber'in bilfiil sünnetinde varit olan pek çok delil, insan hayatının kutsiyetine ve İslâm'ı din olarak seçme konusunda insanların muhayyerliğine işaret etmektedir. Oysa bu hadis bu ilkelerle çelişiyor görünmektedir. Bu sebeple hadisin münferit bir olaya bağlı olarak ortaya çıkması muhtemeldir. Nitekim hadisin sebeb-i vüruduna bakıldığında Müslüman olduklarını söyleyen fakat çeşitli hastalıkları olan bir topluluğa, Hz. Peygamber'in iyileşmeleri için çeşitli imkanlar hazırlamasından sonra, bunların iyileşerek irtidat etmeleri olduğu görülmektedir. Buna göre hadisin bu olayla ilgili olduğu söylenebilir.
Öte yandan bu hadisle ilgili olarak, Hz. Peygamber'in imamet tasarrufunun bir ürünü olabileceği de söylenebilir. İslâm'ın yeni yayılmakta olan bir din olduğu ve farklı guruplarla savaş halinde bulunduğu gibi zamanın şartları göz önüne alındığında, bu şekilde dinden dönenlerin de diğer savaşılan guruplar arasında mütalaa edilmesi ve öldürülmelerini emredilmesi mahzurlu sayılamaz. Ayrıca Hz. Ebu Bekr'in uygulamalarında irtidât edenlerle savaşması için aynı şekilde devlet başkanının zamanın gereklerine göre hareket etmiş olabileceği söylenebileceği gibi, zekat vermemek şeklinde dinden çıkmayı tercih edenlerin devlete itaatsizlik ettikleri gerekçesiyle cezalandırılmaları da söz konusu edilebilir. Bundan başka riddenin daha çok, Hz. Peygamber zamanında onun iktidarı karşısında sessiz kalmayı tercih eden ve fakat tam olarak iman etmeyen kavimlerde söz konusu olduğu, bunların peygamber hayattayken gizli gizli muhalefet etmelerine rağmen, ona karşı çıkamamış olan, fakat onun ölümünü fırsat bilerek, peygamberden sonraki siyasî otoriteyi tanımayan kabilelerden meydana geldiği de göz önünde tutulursa, siyasal boyutları da bulunduğu görülebilir.
Siyasî fikir hürriyeti açısından yaklaşıldığında, her ne kadar herhangi bir dine mensup olmak, ya da bir dinden başka bir dine girmek siyasal nitelikli algılanamayacak bir hadise olarak değerlendirilebilirse de, özellikle ilk dönem İslâm toplumunun siyasal yapılanması dikkate alındığında ridde'nin de siyasal bir boyut taşıdığı söylenilebilir. Zira, peygamberin getirdiği mesajın içeriği, içerisinde bulunduğu toplum ve daha sonraki zamanlarda müşrikler tarafından siyasal nitelik algılanmış olduğu için, dinden dönenin de ister istemez bu yapılanma içerisinde rol alabileceği görülmektedir. İslâm hukuku açısından dinden çıkma, aynı zamanda devlete isyan etme ve hatta devletin ve milletin bütünlüğüne saldırma gibi neticelere yol açabilir. Bu nedenle riddenin fukahâ tarafından basit bir fikir değiştirme olayı olarak değil, aynı zamanda toplumsal ve siyasal bir suç olarak değerlendirilmiş olması ve bu değerlendirmenin gereğine göre dinden dönene hayat hakkı tanınmamış olması zamanın şartları çerçevesinde doğal karşılanmalıdır.
Yrd. Doc. Dr. Ali DUMAN
İnönü Üniv. İlahiyat Fak.
İslam Hukuku Ana Bilim Dalı Başkanı |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
| |