İslâm kültürüne karşı genelde, çok zaafiyetim olmasından dolayı bu haftaki yazımızı bu anlam içerisinde gördüğüm bir eserden alıntı ile sizlere sunuyorum. Bu alıntı yaptığım eserin sahibi değerli bir ilim ve devlet adamıdır. Geçmiş yıllarda millet vekilliği de yapan değerli yazarımız on beş yıl üzerinde çalıştığı kıymetli eser: İSLAM KÜLTÜRÜNÜN GARBI MEDENİLEŞTİRMESİ.. yazarı ise değerli ilim adamı Ahmet Gürkan’dır. Müslümanların kültürel değerde göstermiş oldukları yıllarda neler kazanmışlar, görülmesi gayesiyle birkaç sayfasından alıntı yaparak istifadenize sunuyorum. Daha ileriki haftalarda bu veya daha başka kültürel konularda buluşmak üzere diyerek yazı ile baş, başa bırakıyorum.
İslâm Alemi ve Batı Dünyası;
“ Gustav Diereks der ki: Müslümanlar hakkında insaf ve hakkaniyet dairesinde hareket etmek ve faaliyetini takdir etmek için bu kadar uzun bir zaman geçmesinin sebebi ne olabilir? Bu sualin cevabını Hıristiyanların daha eskiden başlayarak hasımlarına karşı besledikleri, sönmek bilmez düşmanlık.ta aramak icab eder. Bundan başka Endülüs müslümanları. nın medeni tesirini, mümkün mertebe unutturmak ve insanlığa karşı başardıkları büyük hizmetleri inkar etmek için sarf olunan gayretleri de hesaba katmak icab eder. Hıristiyanlık kilisesinin, ilk kuruluşundan başlayarak Yunan - Roma putperestliğine karşı ne kadar vahşiyane davranmış olduğunu biliyoruz. Fakat onun üstün gelmesi üzerine İslam Sanat ve edebiyat hazinelerine karşı saldırışı daha korkunçtu. Bunlar, yani bizzat Hıristiyanlar nefret ettikleri hasımlarına karşı irtikal, ettikleri cinayetleri, onlara yüklemekte tereddüt etmiyorlardı. Müslümanlar tarafından asırlarca önce keşfolunan veya icad edilen şeyler Hıristiyanlara mal ediliyordu. Şayet buna imkan bulunmazsa, bu keşif ve icatların değeri küçültülüyor, tesiri inkar olunuyordu. Fakat bu hal karanlık çağa ve ortaçağa münhasır değildi. İslamiyet’e ve ona bağlı her şeye karşı duyulan mübalağalı düşmanlık yakın zamanlara kadar tevarüs edilmiştir. 0 kadar ki, bu düşmanlığın izlerini bugün dahi bulmak mümkündür.
Din düşmanlığını ortadan kaldıran araştırma zihniyetinin doğması ve İslam kültürünün değerini belirtmesi için asırlar geçmiş ve ancak bu asırlar geçtikten sonra İslamiyeti tetkik etmeğe engel olan sayısız maniler ortadan kalkmıştır……
İslam kültürünün Hârika Bir Şekilde Gelişmesi:
Müslümanlar fütuhat yaparak İslamiyeti yaydıktan sonra ilim ve irfana da aynı hızla hizmet etmişlerdi. Doktor Lucien Leclerc der ki: «Müslümanların 9 uncu asırda yaşattıkları muhteşem örneği dünya bir daha görmeyecektir. Vaktiyle bir göçebe millet olan Araplar, din gayreti ile dünyanın yarısına hakim olduktan sonra devletlerini kurmuşlar ve ilim bakımından noksanlarını görerek onu tahsile koyulmuşlardı. Roma imparatorluğunun artıklarını ele geçirmek için yarışa girenler arasında yalnız onlar, yalnız müslümanlar, ilim ve irfan peşinde koşmuşlardı. Yalnız katı yüreklilikleriyle ve cehaletleriyle iftihar eden Cermen orduları, ananelerinin kırık halklarını birleştirmek için bin yıl uğraştıkları halde müslümanlar bu işi bir asır içinde başarmışlardı. Müslümanlar mağlub ettikleri Hıristiyanlıkların rekabet hislerini kışkırtmışlar ve bunun gerçekleştirdiği sağlam rekabet, ırklar arasında bir ahenk kurmuştu. 8 inci asrın sonlarında müslümanların elindeki ilim hazinesi, bir tıp risalesinin tercümesi ile simya hakkında bir kaç risalenin tercümesinden ibaretti. Fakat 9 uncu asrın son bulmasından önce yunanlıların bütün bilgisi müslümanlara geçmiş ve kendi aralarında birinci sınıf ilim adamları yetişmiş, bunlar müspet ilimlere en büyük değeri vermiş ve bu yüzden Üstadlarını da geçmişlerdi.
İslâm medeniyetinin hakiki gelişmesi Abbasoğullarının saltanat ve hilafete geçmeleriyle başlar. Başşehrin Bağdat’a nakil olunması ile liberal temayüller kendini belirtmiş ve bunun neticesi olarak iktisadi ve fikri hayat ve faaliyetler daha yüksek bir mahiyet almıştı. Mezopotamya toprağında ve Orta şark ticaret yollarının uğrağında kurulan Bağdat,’ saraylarının göz kamaştıran ihtişamıyla, bütün insanlarını ve dünya servetini çeken cazibesiyle, büyük dünya şehirlerinin en büyüğü ve en güzeli idi,
Tabiat hazinelerini açığa vuran ve sanayi hayatına yeni işler icad eden kudretli hamleler burada doğuyor, ulaştırma vasıtalarının düzgünlüğü ve çokluğu, ticaret mübadelelerini kolaylaştırıyordu. Dünya mukadderatına hakim bir devletin başşehri olan Bağdat, fıkır fıkır kaynayan bir ticaret ve sanayi merkezi, … fakat aynı zamanda muhteşem bir ilim akademisi idi. Geniş kafalı ve uzak görüşlü halifelerin resmi himayesi altında, büyük bir tercüme faaliyeti başlamış ve yavaş yavaş beşer bilgilerinin her vadisini kucaklamıştı. Halifelerin kendileri, Yunanca eserlerin asıl nüshalarını elde etmeğe ehemmiyet vermiyorlardı. Çünkü arasıra bu eserleri ele geçirmek, bir diplomasi işi idi. Tercüme işleriyle meşgul olmak için ilmi heyetler kurulmuş ve bunlar geceli gündüzlü çalışmaya koyulmuşlardı. İlim ve sanatın büyük bir hamisi olan Memun tercüme işleri için bu hususta bir müessese kurmuş ve bunun idaresini en mümtaz ilim adamlarına vermişti. Onun hakimiyeti devrinde (813-833) tercüme işi, en büyük muvaffakiyeti kazanmıştı- Bahtışu ailesine mensup Nasturi hekimlerin Bağdat’ta bulunmaları, büyük bir ateşi yakan kıvılcımdı. Nasturiler, müslümanlara Yunan ilimlerini tanıtmak hususunda büyük bir rol oynamışlar ve tercüme olunan ilk eserleri onlar vücuda getirmişlerdi. Bahtışu oğlu Cibril (vefatı 828). bu ailenin en tanınmış şahsiyetidir.
Tercüme edilen Yunan yazmaları pek çok olmakla beraber İran ve Hind edebiyatı da ihmal olunmamıştı. İlkönce, riyazi ve felki ( gök ilimlerıne dair ) eserlere ehemmiyet verilmiş, Yunan müelliflerinin Süryaniceye tercüme olunan eserleri Arapçaya çevrilmiş ise de daha sonra bunlar Yunanca aslından tekrar tercüme. olunmuştu. Kalen, Hippokrates, Eflatun, Batlamyus, Euclid, Arhhimedes, Appolonlos, Egineli Paul, Oribasius ve daha birçoklarının eserleri Arapçaya çevrilmişti... Yuhanna Masaveyh, göz hastalıkarı üzerinde ayrıca bir eser yazan Huneyn b. İshak Sabit bin Kurre ve Kusta bin Luka en meşhur mütercimler arasında idiler.
9 uncu asrın sonlarında tercüme devri son bulmuş ve telif devri başlamış, İslam alimleri ve müellifleri yetişmiş ve bunlar yığın yığın eser yazmışlardı. Müslümanların en çok ehemmiyet verdikleri işlerden biri tahsil imkanını elden geldiği kadar genişletmekti. Okumak isteyen kimseler dünyanın her tarafından büyük merkeze geliyor ve burada en yeni eserleri görmek ve en son başarıları incelemek imkanını elde ediyorlardı. İlim peşinde koşan ve çalışan geniş ve faal kafalı insanlar pek çoktu. Saraylar, ilim adamlarını, edipleri, şairleri, hekimleri ve filozofları ağırlamağa en büyük değeri veriyor ve itikad ayrılıkları iltifat ve saygı ile karşılanıyordu- Medreseler ve kütüphaneler kurmak, müslümanların en çok haz ve inşirah duydukları işlerdi.
Servet ve refahın mütemadiyen gelişmesi, zevklerin incelmesine yardım etmişti. İyi yolların, köprülerin, hanların, kervansarayların inşası, her yerde kuyuların kazılması, seyahatleri kolaylaştırıyor ve insanların tanışmalarına imkan veriyordu. Bütün kara yolları durmadan ticaret mallarını taşıyor, fakat deniz yolları da asla ihmal olunmuyordu. Akdeniz, tam üç asır bir İslam gölü olarak çalışmış ve müslümanların ticaret faaliyeti ile canlanmıştı. Akdeniz, doğu İslam alemi ile batı İslam alemini birbirine bağlamakta ve siyasi ayrılık bu bağlantıya mani olmamakta idi. İslam ülkelerinin genişliği seyahat arzularını hızlandırmış, İslam seyyahları her tarafı dolaşmış ve araştırmalar yapmışlardı. Bu seyahat arzusu yalnız dini saiklerle veya ticari menfaatler isteğiyle doğmamış, belki bilgi susuzluğunu gidermekten de doğmuştu. Hz. Peygamber buyurur ki : İlim ile hikmet aramak için evinden çıkan kimse, geri dönünceye kadar Allah yolunda .yürümüş olur».
GAZETECİ YAZAR
MEHMET BAŞAR
Mehmet Başar
10.12.2007 mbasar71@mynet.com