Geçtiğimiz günlerde Tarsus’un savunmasında Bağdat tan gelerek, Tarsus’un Kuzey tarafında Bizans ordularına karşı savaşan Abdullah ibni Mübarekten bahsetmiştik.
Abdullah ibni Mübarek aslen Türk asıllı, Hadîs, Fıkıh alimi, mücâhid ve zâhid bir zati muhteremlerdendir.
Bir sene Hac, bir sene Ticaretle, bir sene de İslam’ı yaymak için Cihada giderdi.
Baba adı gibi Mübarek olan bu şahıs, miladi 736 hicri 118 yılında Merv de dünyaya gelmişti. 797 (H.181) senesi bir gazâ dönüşü, Bağdâd yakınlarındaki Hît adlı yerde vefât etti.
İlk tahsilini Merv de yapar, Bağdâd, Basra, Hicaz, Yemen, Mısır, Şam da devam eder.
Cihada geldiği Tarsus’un kuzeyinde Bizansa karşı, Tarsus’u savunmak için kılıç sallamaya, mızrak ve Ok atmaya ta Bağdat tan gelmişti.
Burada Bizanslılara karşı savaş yaptığı sırada karşısına güçlü bir savaşçı çıkar.
Saatlerce savaşırlar ama ne Abdullah ibni Mübarek, nede Bizanslı ateşperest asker galip gelebilmiş.
Namaz vaktinin girmesiyle beraber, Abdullah ibni Mübarek Bizanslı askere İbadet edeceğini söyleyerek savaşa ara vermeyi teklif eder.
Bizanslı ateşperest asker de kabul eder ve kendide ibadet yapacağını söyleyerek savaşmaya ara verirler.
Abdullah ibni Mübarek ibadetini yapmış, o arada atından inmiş ve ibadet etmeye başlayan Bizanslı ateşperest askeri hazır atından inmişken, kıstırayım da öldüreyim diye aklın dan geçirmiş.
Düşman ateşperest asker ateşe doğru eğildiğinde üzerine atılır, işte o an da “Söz verdiğin zaman ahdini yerine getir!" diye bir ses duyunca hemen geri çekilir.
Bizanslı ateşperest asker ibadetini bitirince, Abdullah ibni Mübarek’e "Evvelâ hücûm ettin. Sonra niye vazgeçtin?" diye sorar. "Ben Allah'tan başkasına secde ettiğin zaman, dayanamadım, üzerine atıldım. Seni öldürmek istiyordum. Fakat tam o anda; "Söz verdiğin zaman, ahdini yerine getir!" diyen bir ses, beni bu işten alıkoydu." dedim. Bunun üzerine ateşperest; "Rab, senin rabbindir! Kendi düşmanı için, dostunu bile azarlıyor! İşte huzûrunda Müslüman oluyorum." diyerek Müslüman oluyordu.
* * *
Ruh’lar aleminde, ( ruhlarımızın yaratıldığı yer ) Rabbimiz soruyor: Ben sizin Rabbiniz değilmiyim ?.
Evet Rabbimizsin !.demiştik, yani Allah’a söz vermiştik.
Ruhlar aleminde söz vermemize rağmen, Ana Rahminde Halk edilmiş ve dünya ya gelip te
Kendi benliğimize kavuştuktan sonra ise bu sözü, ahdi sanki unutmuş gibi hareket etmekteyiz.
O nu unutturacak ne var ki?. Ne yoktu ki mi diyeceğiz ki !.
Asla Onu bize her şey hatırlatıyor. Onun yarattığı her şey kendi lisanı ile zikrediyor ve ben Allah’ı Unutanlardan değilim dercesine zikrine devam ediyor.
Oysa biz İnsanoğlu öyle miyiz, dünyanın türlü nimetleri karşılığında, Ruh’lar aleminde verdiğimiz söz’ü unutuyor ve Onun yarattığı nimetlerin içerisinde Allah c.c sanki onları yaratmamış gibi kaybolup, Allah’ı unutarak dalmış gidiyoruz.
Bizi Ondan neler uzak tutuyor ki?. Düşünmek lazım !.
Nihayetinde üç gün sonra hayatiyeti sona erecek yaratılmışa mı güvenelim yoksa, Kainatı mükemmel şekilde eksiksiz Yaratan Yüce Allah’a mı ?..
* * *
Elbette ondan gayri her şey geçici ise biz neden fani olana bağlanıyoruz ki ?, anlaması güç bir olay !.
Abdullah ibni Mübarek’te bu tehlikeli yaşamı bildiğinden dolayı, her an Allah’ı unutmadan zikrediyor, fikre diyor ve yaptığı bir hatanın hemen farkına vararak, Allah’a tövbe ediyor.
Ya biz Rabbimize söz verdiğimiz halde sözümüzü unutarak !, hata yapıyoruz da, hiç düşünmüyoruz bile !. ne de tövbe ediyoruz.
Hatalarımızın farkına dahi var mıyoruz. Abdullah ibni Mübarek hatasını anında farkına varıyor ve tövbe ederken, “ Allah’ın İkaz ettiğini düşünüyor “ bizler öyle hayatın sefaatına dalmış gidiyoruz ki !, farkına var madan belki hayatımızın vakti doluyor !, tövbe dahi edemeden bu dünya hayatından göç ediyoruz.
Oysa dünya hayatı, Ahiret hayatının yanında, ağacın altında bir miktar dinlenipte, yoluna giden yolcunun gördüğü dinlenme anı kadar bir şey!..
Öyle ise niye aldanalım ki ?, geçici dünya nimetlerine, Rabbimize verdiğimiz sözü hatırlayalım ve ahdimizi bozmayalım…
Manevi tokat’ı yemeden kendimize gelelim…