ALLAH’I SEVMEK Mİ, ALLAH İÇİN SEVMEK Mİ?
Fakültemiz öğretim üyelerinden biri, “Fakirlik ve Zenginlikle Hadislerin analizi” konulu seminerinde, fakirliğin yanlış olarak İslam toplumları tarafından övüldüğünü ve zenginlik ve dünya malına karşı muhalefet edildiğini söyleyerek, özellikle mutasavvıfların “Kalpte sadece Allah sevgisi olmalı, bir insan sadece Allah’ı sevmeli” ilkesini benimseyerek, dünyaya yönelik düşmanlığı körüklediklerini, bu anlayış yüzünden müslümanların geri kaldığını, bu düşüncenin, sonradan İslam’a giren Hıristiyanlar tarafından İslam’a sokuldupunu söylediğinde kendisine şunu sordum: Allah kitabında “mallarınız ve evlatlarınız sizin için fitnedir” (Enfal, 8/28) buyuruyor; bunu nasıl anlamak lazım? Değerli hoca: Buradaki fitne kavramının imtihan anlamına geldiğini söyledi.
Evet gerçekten de müfessirler bu ayetteki “fitne” kelimesini “imtihan” oalrak anlamışlar ve ona göre yorum yapmışlardır. Demek ki mal ve evlat sahibi olmak imtihan vesilesi ise, mal ve evlat sahibi olmamak imtihandan kurtulmak anlamına gelir diye düşünenler olabilir. Elbette bu anlayış isabetli değildir. Önemli olan Allah’ın verdiği nimetlerden istifade etmek ve onları Allah için kullanmaktır. Bu anlamda Tebbet suresinde geçen “onun malı ve kazandıkları ona fayda vermedi”(Tebbet, 111/3) ayeti, çok mal varlığına sahip olan Peygamberin amcası Ebu Leheb’in mallarının kendisine faydası olmadığını, Allah’ın hak dinini zafere ulaştırdığı şeklindeki beyan da açıkça göstermektedir ki, mal sahibi olmak ya da olmamak ona sahip olanın onu kullanış amacına göre insana fayda veya zarar getirmektedir. Dolayısıyla bir insan çok mala sahip olsa bile, eğer gönlü zengin değilse o da zengin değildir, aksine bir kimse çok mala sahip olmasa bile gönlü zenginse o zengindir.
Buradan gelmek istedğim nokta mutasavvıfların “dünya malına meyletmek yerine, insanın gönlünde sadece Allah sevgisine yer açmasın” yolundaki görüşleriyle ilgili olarak hocanın yaklaşımı. O, bu anlayışın İslâm toplumarının geri kalma sebeplerinden olduğunu söylüyordu. Halbuki mutasavvıfların bu anlayışı İslâm toplumlarının geri kalma sebeplerinden biri olamaz. Hatta bana göre hocanın ve onun gibi düşünenlerin buradaki hatası, kapitalist materyalist dünya düzenine göre İslam’ı ve İslami metinleri yorumlamak endişesidir.
Tüektime dayalı bir ekonomiyi öngören bu sistemde, fertlerin madde için yaşaması hedeflenmektedir. Halbuki İslâm madde kadar manaya da önem verir. O nedenle zekat, sadaka gibi paylaşımı emreden düzenlemelere sahiptir. Bir insanın sadece Allah’ı sevemeyeceği gibi bir düşünce yanlıştır. Elbette bir insan için çok çeşitli ve farklı sevgiler söz konusudur, nasıl oluyor da bir insan kalbinede bu kadar çok ve farklı sevgilere yer bulabiliyor? Bu kadar çok ve farklı sevgilere yer bulabildiği halde yine de Allah sevgisine yer olamıyor.
İşte bu noktada mutasavvıflar gerçek çözüm yolunu bulmuşlardır. Zira onlar Allah’ı sevmeyi değil, Allah için sevmeyi öngörürler. Mutasavvıflara bir kimse her neyi seviyorsa, eşi, çocuğu, malı vs. eğer Allah için severse o, onun için fitne olmaz. Peki eşimizi, çocuğumuzu, malımızı nasıl Allah için seveceğiz? Mutasavvıflar bunun yolunu şöyle gösterirler: Eşini Allah’ın sana verdiği bir nimet, bir emanet olarak görürsen, onu Allah için sevmiş olursun, Aynı şey çocuklar, mallarımız ve diğer bütün sevgiler için de geçerlidir. Mutasavvıfların nefis terbiyesi dedikleri, günümüz psikologlarının Duygusal Zeka diye niteledikleri şey budur. Bir insan dünyaya ne kadar bağlanırsa, onun sevgisi o kadar kalbinde yer eder, halbuki dünya ve dünya malı geçicidir. Hiçbir kimse ne kadar zengin olursa olsun, öldüğünce mallarıyla birlikte gömülmez, gömülse bile bunun ona faydası olmaz. O halde her neye sahip isek geçici olarak bizim elimizdedir. Ömrümüzün bitmesiyle, o sahip olduğumuz şeylerin mülkiyeti de bizden çıkmaktadır. Demekki sevdiğimizi Allah için seversek, bize emanet oalrak görürsek, kalbimizde onlara fazla yer vermez, kalbimizi Alla için sevmekle, Allah sevgisiyle doldurmuş oluruz.
Yrd. Doç. Dr. Ali DUMAN
İ.Ü İLAHİYAT FAKÜLTESİ
ÖĞRETİM ÜYESİ