Tebük seferi dönüşünde Hz. Muhammed sahabeye “Küçük cihattan büyük cihata dönüyoruz” deyince; sahabe biraz da hayretle “Ya Resulullah, Allah ve Resulü uğruna canımızı seve seve feda etmek için çıkmış olduğumuz bu cihattan daha büyüğü nedir?” diye sorar. Peygamberimiz: “Nefisle mücahede, en büyük cihattır” cevabını verir.
Bu hadisin de işaret ettiği gibi insanın mücadele etmesi gereken en büyük düşmanı nefsidir. Belki bu nedenle olacak Peygamberimiz: “Nefsini bilen Rabbini bilir” demiştir. Bir insanın nefsini, yani kendisini bilmesi, tanıması, yüce Yaratıcıyı tanımasında en önemli aşamalardan biridir.
Hepimiz biliriz, Araf suresi 172 ayette yüce yaratıcımız: “Kıyamet gününde, biz bundan habersizdik demeyesiniz diye Rabbin Adem oğullarından, onların bellerinden zürriyetlerini çıkardı, onları kendilerine şahit tuttu ve dedi ki: Ben sizin Rabbiniz değil miyim? (Onlar da), Evet (buna) şâhit olduk, dediler (kalu bela)” buyurmaktadır. Bu ayetin açıklamasıyla ilgili hadis ve tefsir kitaplarında anlatılanlara göre: Allah Teala Hz. Adem’i yarattığında, ezel-i ervahta yani ruhlar aleminde, insanoğlunun soyunun tamamını karşısına almış ve onlara “Ben sizin Rabbiniz değil miyim” hitabını yöneltmiş. Onun bu hitabına “Sen sensin, ben benim” cevabı verilince; bin sene cehennemde ateşle azap etmiş. Sonra aynı soruyu tekrarlamış. Cevap yine aynı olunca, bu sefer bin sene de soğukla azap etmiş. Aynı soruyu yönelttiğinde cevap aynı olunca aç bırakmış. 40. gün insanoğlu “Evet (Bela)” cevabını vermiş. Yüce yaratıcı ile diyaloğa giren insanın nefsiymiş.
İnsan çift yönlü bir varlıktır. Onda hem madde (nefs) hem mana (ruh) vardır. Her iki yönüne yönelik ihtiyaçlara sahip olan insan vücudu hem nefsinin hem de ruhunun mekanıdır. Bu mekan aynı zamanda nefs ve ruhun mücahede, mücadele alanıdır. İşte peygamberimizin “Küçük cihattan büyük cihata dönüyoruz” dediği, vücuda, yani bedene ruhu hakim kılma mücadelesidir.
Eğer bedene nefs hakim olursa, insan dünya menfaatleri peşinde ömrünü tüketir gider. Yüce yaratıcıya iman etmiş olsa bile, imanının gereklerini yapacak vakti hiçbir zaman olmaz, olsa bile başka işlere ayırdığından daha az vakti bu işler için ayırır, başka işlere verdiği dikkat bu işler için daha az verir. Bu nedenle Allah Teala kitabında hepimizin namazlarda sürekli okuduğu şu hitabı insanalra yöneltmektedir: “… yazıklar olsun o namaz kılanlara ki onlar kıldıkları namazdan gafildirler”. Bu ayetler hangi surede biliyor musunuz? Maun suresinde…
Şimdi bir otokontrol yapalım ve Rabbimize karşı kulluk görevlerimizi yaparken ne kadar hassas olduğumuzu inceleyelim.
1. Allah ve ahirete iman ediyor muyuz? İman ediyorsak, imanımızın gereklerini yapıyor muyuz?
2. İmanımızın gereklerini yaparken, başka işlere harcadığımız dikkatimizi, kuvvetimizi, yaratıcmız karşısında olduğumuzu varsaydığımız dini ibadetlerimizde de verebiliyor muyuz?
3. Yoksa emekli olunca nasılsa namaz kılarım, şimdi şu işimi halledeyim deyip, günde beş vakit kılmakla emrolunduğumuz namazlarımızı ihmal mi ediyoruz?
4. Ya da daha kötüsü, Allah nasıl olsa affeder deyip boş mu veriyoruz?
Cevaplar sizde…
Yrd. Doç. Dr. Ali DUMAN
İ.Ü İLAHİYAT FAKÜLTESİ
ÖĞRETİM ÜYESİ