DİNİ KONULARDA KONUŞMAK
Rahmetli Ahmet Kabaklı Hoca’nın bir sözü var, benim çok hoşuma gider, der ki: “Üç konu vardır ki herkes konuşur, ama bilmez. Bunlar: Diyanet, Siyaset ve Tebabet’tir”. Yani demek istiyor ki din alanında; siyaset alanında ve tıp alanında herkes bir şeyler söyler ama, herkes işin aslından haberdar değildir.
Gerçekten de başım ağrıyor deseniz, yanınızda, yakınınızda olan kişiler, hemen hap kullan, şu bitkinin suyunu iç vs. baş ağrısını giderici ilaçlar ve yöntemler sıralamaya başlarlar. Dünyada veya Türkiye’de siyasi herhangi bir hadise olsa, o an yanınızda olanlar başlarlar yorumlamaya, öyle değil böyle olsaydı, şu partideki adam şunu deseydi, şu kanun da çıkar mı, bu ülke şöyle kurtulur, bu millet adam olmaz vs. Aynı şey din alanı için de geçerlidir. Namazda hapşırdım namazım bozuldu mu deseniz. Yine yanınızdakiler bozuldu, bozulmadı, sen tekrar kıl vs. fetva vermeye başlarlar.
Düşününce Kabaklı Hoca’ya hak vermemek mümkün değil. Tıp ve siyaset alanlarını bilemiyorum ama, din alanında bilgisizce konuşmak doğru olmayan bir tutumdur. Nitekim atalarımız bunu ifade etmek üzere “Yarım hoca dinden eder, yarım doktor candan eder” demişlerdir. Onun için dini konularda konuşmak için mutlaka bilgi sahibi olunmalı, bilmediklerimizi bilgi sahibi olanlardan öğrenmeliyiz. Aksi taktirde, dinin aslından olmayan şeyleri dinleştirebileceğimiz gibi, dinin temeli olan şeyleri de ihmal edebiliriz.
Bilmediğimiz konular ve alanlarla ilgili olarak Yüce Allah Kur’an’da şöyle buyurur: “Eğer bilmiyorsanız, bilenlerden sorun” (Nahl, 16:43); “Hiç bilenle bilmeyen bir olur mu?” (Zümer, 39:9).
Elbette bu ayetler sadece din alanıyla ilgili olarak yorumlanmamalıdır. Bu ayetlerin hükmü bilgimiz olmayan her alan için geçerlidir. Herhangi bir konuda bilmeden ahkam kesmek, doğru değildir. Eğer bu konu din alanıyla ilgili ise tamamen yanlıştır. Din alanında herkes kafasına göre yorum yapma, hüküm çıkarma, fetva verme gibi şeylere girmemelidir.
Bunun en önemli sakıncası, bizim bilgisiz olduğumuzdan habersiz olan insanların vebalini yüklenmemizdir. Bizim bilgisiz olduğumuz konuda ahkam kesmemiz neticesinde, bizim fetvamıza göre hareket eden insanların sorumluluğunu da üstlenmiş oluruz. Bu ise kul hakkı denilen ve altından kalkılması oldukça güç olan bir alandır. Büyük alimler de herhangi bir konuda fetva vermekten o kadar sakınırlarmış ki, insanların vebalini almaktan çekinirlermiş. Rivayete göre İmam Malik, kendisine sorulan kırk sorudan otuz altısına “bilmiyorum” cevabını vermiştir. Aslında bu misal bize bilediğini bilmenin faziletini gösterir.
Fakültede okurken değerli bir hocamız insanları şu şekilde tasnif ederdi. Bilmeyen, bilmediğini de bilmeyen (en tehlikeli grup); bilmeyen, bilmediğini bilen (faziletliler); bilen, bildiğini bilmeyen (kendisine zarar veren grup); bilen, bildiğini bilen (en faydalı grup). Ben de bu tasnife katılıyorum. Daima birinci gruptan olmaktan kaçındım, bana göre eğer bilmediğini bilen grupta yer alabilirsem, kendim adına büyük bir fazilet işlemiş olurum. Siz ne dersiniz?
Yrd. Doç. Dr. Ali DUMAN
İ.Ü İLAHİYAT FAKÜLTESİ
ÖĞRETİM ÜYESİ